top of page

‘İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ RİSK DEĞERLENDİRMESİ’ Raporu – Chatham House

 ‘Chatham House’un yaptırdığı ‘İklim Değişikliği Risk Değerlendirmesi’ başlıklı araştırmanın sonuç raporu yayınlandı. İklim Değişikliği riskleri bugüne dek öngörülenlerin çok üzerinde artıyor. Bu araştırmanın sonuç raporunda açıklanan etkilerin çoğu 2040 yılına kadar öylesine şiddetli hale gelecek ki, birçok ulusun uyum sağlayabileceği sınırların ötesine geçecek. 

(Aşağıdaki yazı adı geçen bu rapordan geniş bir özet olarak derlenmiştir.)

 “2015 Paris Anlaşması’nda, yüksek emisyona sahip ülkeler başta olmak üzere tüm ülkelerin belirlediği emisyon seviyeleri, söz verilen ve altına imza atılan düzeylerde devam ederse,  sıcaklıkları sanayi öncesine göre 2°C'nin altında tutma şansı yüzde beşten daha az görünmektedir. Yani hedefler doğru belirlenmemiş.

Adı geçen anlaşmada ‘Ulusal Olarak Belirlenmiş Katkılar’(Nationally Determined Contribution) olarak anılan CO2 salınım miktarlarındaki düşüş rakamları önemli ölçüde artırılmadıkça, yanı sıra politika ve dağıtım mekanizmaları gözden geçirilip bunlara uygun hale getirilmedikçe, 2040 yılında geri dönülmez seviye aşılmış olacaktır.”

Söz konusu rapor, iklimdeki değişikliklerin şu  ana kadar ortaya çıkan fiziksel ve sosyo-ekonomik sonuçlarının yanı sıra, doğrudan riskler ve bunların olası etkileri ile insanlar, altyapı, ekonomi, toplumsal sistemler ve ekosistemler de dahil olmak üzere tüm sistemleri etkileyecek şekilde birleştiğini, bu nedenle de tüm bunlara bağlı olarak ortaya çıkması muhtemel ardışık riskleri ele alıyor.

Var olan politik bakış açısı ve bundan kaynaklı bugünkü yüksek emisyona dayalı teknolojilerin kullanımı devam ederse, sanayi öncesi sıcaklıklara kıyasla bu yüzyılın sonuna kadar atmosferdeki ısınma 2,7°C artacaktır. Bu rakam muhtemel senaryonun sonucu olan rakamdır. Kötü senaryonun gerçekleşmesi durumunda ise sıcaklık artışı 3.5°C olacaktır ve bu olasılık yüzde 10’dur. Bu projeksiyonlar, Paris Anlaşması imzacılarının NDC'lerini (Ulusal Olarak Belirlenmiş Katkılar) karşıladığını varsayıyor. Bunu başaramazlarsa, aşırı sıcaklık artışları olasılığı göz ardı edilemez.

Söz konusu rapor, iklimdeki değişikliklerin şu  ana kadar ortaya çıkan fiziksel ve sosyo-ekonomik sonuçlarının yanı sıra, doğrudan riskler ve bunların olası etkileri ile insanlar, altyapı, ekonomi, toplumsal sistemler ve ekosistemler de dahil olmak üzere tüm sistemleri etkileyecek şekilde birleştiğini, bu nedenle de tüm bunlara bağlı olarak ortaya çıkması muhtemel ardışık riskleri ele alıyor.

Var olan politik bakış açısı ve bundan kaynaklı bugünkü yüksek emisyona dayalı teknolojilerin kullanımı devam ederse, sanayi öncesi sıcaklıklara kıyasla bu yüzyılın sonuna kadar atmosferdeki ısınma 2,7°C artacaktır. Bu rakam muhtemel senaryonun sonucu olan rakamdır. Kötü senaryonun gerçekleşmesi durumunda ise sıcaklık artışı 3.5°C olacaktır ve bu olasılık yüzde 10’dur. Bu projeksiyonlar, Paris Anlaşması imzacılarının NDC'lerini (Ulusal Olarak Belirlenmiş Katkılar) karşıladığını varsayıyor. Bunu başaramazlarsa, aşırı sıcaklık artışları olasılığı göz ardı edilemez.

Emisyon azaltma politikalarındaki herhangi bir gerileme veya durağanlık, yüzde on olasılıkla yüzyılın sonuna kadar 7°C’lik bir ısınmayı ortaya çıkarabilir.

Emisyonlar 2030'dan önce önemli ölçüde düşmezse, 2040'a kadar yaklaşık 4 milyar insan  tarihi ortalamanın 12 katı olan büyük ısı dalgalarının içinde yaşayacak. 2030'lara kadar, her yıl dünya çapında 400 milyon insan kabul edilebilir ısı eşiğini aşan sıcaklıklara maruz kalacak. Ayrıca 2030'larda, hayatta kalma eşiğini aşan ısı stresine maruz kalan insan sayısı yılda 10 milyonu aşacaktır.

Küresel gıda talebini karşılamak için tarımsal üretimin 2050 yılına kadar yaklaşık yüzde 50 arttırılması gerekecek. Buna karşılık emisyonların azaltılması için tarımsal üretimin bugüne göre yüzde 30 düşmesi gerekebilir. Yanı sıra, 2040 yılına kadar, küresel ekili alanların her yıl yüzde 32'si şiddetli kuraklıktan etkilenecek.

ABD, Çin, Brezilya ve Arjantin dünyanın en çok mısır üreten ülkeleri. Önümüzdeki on yıl boyunca %10’lar civarında olacak verim kaybı, 2040’lı yıllara gelindiğinde, yüzde 40 ila 70'lere çıkacak. Bu ülkeler şu anda dünya mısır ihracatının yüzde 87'sini oluşturuyor.

Küresel düzeyde dünya nüfusunun toplam kalori kaynağının %37’sini buğday ve pirinç karşılıyor. 2050 yılı tahminleri, bu kritik mahsullerin her ikisini de yetiştirmek için kullanılan küresel ekili alanların yüzde 35'inden fazlasının aşırı sıcaklıklara maruz kalabileceğini gösteriyor. Bu tahminler en kötü senaryolarda %40’ın üzerine çıkıyor. Yine aynı yıllar için kış dönemi buğdayında yüzde 60, bahar dönemi buğdayında ise Yüzde 40’ı aşan oranlarda etkilenmeler olacağını gösteriyor.

2040'a kadar, yılda yaklaşık 700 milyon insan, en az altı ay, (ki bu süre küresel tarihsel yıllık ortalamanın neredeyse iki katıdır) kuraklığa maruz kalacak. Yeryüzünün tamamı bu durumdan  etkilenecek.  Ancak 2040 yılına kadar en çok Doğu ve Güney Asya etkilenecek. Doğu Asya’da 125, Güney Asya’da 105 milyon insanın uzun süreli kuraklık yaşayacağı öngörülüyor. Afrika genelinde bu sayı her yıl 152 milyon kişi.

Artan iklim etkilerinin daha yüksek ölümlere yol açması, siyasi istikrarsızlığı ve ulusal güvenlik tehditlerini daha fazla arttıracak. Bu durum ise bölgesel ve uluslararası çatışmaları körükleyecektir. Bu makale için yapılan araştırmanın bir parçası olarak gerçekleştirilen bir uzman belirleme alıştırması sırasında, katılımcıların en büyük endişelerini belirledikleri birbirine bağlı olarak artan riskler, değişen hava düzenleri arasındaki bağlantılardı. Bu durumda ortaya çıkan sonuçlar ekosistemlerde değişikliklerle birlikte zararlıların ve hastalıkların artması olarak ortaya çıktı. Sıcak hava dalgaları ve kuraklıkla birleştiğinde bu etkiler benzeri görülmemiş mahsul kıtlığına, gıda güvensizliğine ve kitlesel göçlere neden olacaktır.

COVID-19 salgını, ülkeler arasındaki karşılıklı bağlantılar ve karşılıklı bağımlılıkların yanı sıra toplumlar için geniş çerçevede bedeller ortaya çıkaran birbirine bağlı sektörlerin etkilerine ilişkin sonuçları görmemizi sağladı. Bu, aynı zamanda, mevcut sistemlerin sadece yerel sektörel şoklara değil, aynı zamanda küresel ters eğilimlere ve olaylara karşı da yeterince dayanıklı olup olmadığını değerlendirmeye yönelik kritik gözden geçirme ihtiyacını önümüze koymaktadır. İklim değişikliği bu anlamda en büyük risk olarak görünüyor.

CO₂ emisyonlarını azaltmaya yönelik küresel çabalar tehlikeli bir şekilde yoldan çıkıyor. Çoğu ülke şu anda sıfır emisyon taahhütlerine odaklanıyor ve bu hedeflerin iklim değişikliğini önleyeceğine ilişkin geniş bir kabul söz konusu. Oysa net sıfır taahhütleri, iklim değişikliğine yönelik geliştirilmesi gereken politikalardaki ayrıntılardan ve dağıtım mekanizmalarından yoksundur. Bu durum ise hedefler ile küresel karbon birikimi arasındaki açığı her yıl arttırmaktadır.

Uzun vadeli ortalama yüzey sıcaklığı ve iklim koşullarındaki değişiklikler, kümülatif karbondioksit eşdeğerine (CO₂eq) bağlıdır. Küresel CO₂eq emisyonlarının yaklaşık üçte ikisi enerji sektöründen kaynaklanmaktadır. Bu durum göz önüne alındığında, enerji sektörünün karbondan arındırılması, iklim değişikliğinin öncelikli belirleyicisi olacaktır. Sektörün bugünkü yapılanmasına bakıldığında gelecekteki emisyonlar ve bu emisyonların oluşturduğu riskler, dünyanın iklim risklerini ve bunların küresel ve bölgesel nüfuslar üzerindeki etkilerini daha da artıracak potansiyeli yansıtıyor.

İklim değişikliğinin yarattığı tehlikeler her alanda ve her toplumda eşit biçimde etkiler yaratmaz.  Herhangi bir tehlikenin etkisini ölçmek için o tehlikeye maruz kalma ve kırılganlığın tanımlanmasını yapmak gerekir. Nüfustaki değişimler, inovasyon, sağlık hizmetlerindeki ilerlemeler ve altyapı, toplumların belirli bir iklim tehlikesine maruz kalma ve savunmasızlığını farklılaştıracaktır.

Dünya, sosyal, ekonomik ve teknolojik eğilimlerin tarihsel kalıplardan belirgin bir şekilde ayrılmadığı bir yol izliyor. Kalkınma ve gelir artışı dengesiz ilerliyor. Bazı ülkeler göreceli olarak iyi ilerleme kaydederken birçoğu beklentilerin altında kalıyor.

İklimi Etkileyen Sistemlerin Çökmesi

Dünya İklim sistemi, kendi doğal süreci dışındaki zorlamalarla belirli kritik eşik değerler aşıldığında ortaya koyacağı çevresel bozulmalara tepki olarak, muhtemelen geri döndürülemez değişikliklere uğrayabilen alt sistemler üzerinde istikrarını sürdürür.

 

Bu sistemler:

a) Kriyosfer Bileşenleri (Permofrost olarak adlandırılan donmuş toprak dahil, Kuzey ve Güney Kutuplardaki buz tabakaları, Alp Dağları ve Himalayalardaki Buzullar, v.b),

b) Biyosfer Bileşenleri (Amazon Yağmur Ormanları, Kuzey Ormanları ve Mercan Resifleri) ile

c) El Nino Güney Salınımı gibi büyük ölçekli atmosferik ve okyanus dolaşım sistemleri ile

d) Gulf Stream sistemleridir.

Bu sistemlerin herhangi birindeki bozulma, diğer sistemleri de domino etkisi ile hareketlendirerek dünya iklim sistemini geri dönülemez yerlere taşıyabilecektir. Örneğin, Kuzey Kutup bölgelerindeki donmuş toprakların (permafrost) erimesi sonucu co2’ten 30 kat daha güçlü olan metan gazının salınımı gerçekleşecek ve bu durum yukarıda sözü edilen diğer sistemleri de doğrudan etkileyerek çok hızlı bir çöküşü gerçekleştirecektir.

Ortaya çıkan kritik nokta, önceden düşünülenden daha düşük sıcaklık artışı seviyelerinde belirli eşiklere ulaşılabildiğimiz sonucudur. En son IPCC iklim modelleri 1,5 ile 2°C arasında bu tür ani kaymalardan oluşan bir küme göstermektedir. Bu nedenle risk, bu sıcaklık artışı seviyesinin etrafında, iklim değişikliğini büyük ölçüde hızlandıran ve feci etkiler yaratan bir dizi çöküş noktasının tetiklenebilmesidir. IPCC'nin devam eden Altıncı Değerlendirme Raporu döngüsünün bir parçası olan en son iklim modellerinden elde edilen bazı ilk sonuçlar, önceki modellerde gösterilenden daha fazla iklim duyarlılığı (atmosferik CO₂'nin iki katına çıkmasına sıcaklık tepkisi) göstermektedir.

Buz tabakaları bir bütün olarak iklim sisteminin istikrarı için çok önemlidir.  Son zamanlarda çeşitli ani doğrusal olmayan tepkilere yol açabilecek çöküş noktaları arasında domino benzeri bir etki tespit edilmiştir. Simülasyonların yüzde 60'ından fazlasında ilk tetikleyicinin kutup buz tabakasının erimesi olduğu ve GulfStream (Kuzey Atlantik Akın tısının) akıntısını çöküş noktasına taşıdığını ortaya çıkarmıştır.

 

Çöküş noktalarının örnekleri aşağıda verilmiştir:

  • Grönland ve Batı Antarktika buz tabakasının parçalanması: Buzun erimesi, güneş ışığının uzaya geri yansımasını azaltarak, ısınmanın hızlanmasına ve deniz seviyesinin yükselmesine neden olur.

  • Permafrost kaybı: Donmuş karbonca zengin toprakların çözülmesi yoluyla CO₂ ve metan emisyonlarında ani artış. Metan, CO₂'den daha güçlü bir sera gazıdır ve bu da ısınmayı hızlandırır.

  • GulfStream: Kuzey kutup buzullarının erimesi sonucu Kuzey Atlantik'e tatlı su akışının artması sonucu Kuzey Atlantik Akıntısının (GulfStream) durması ve okyanusun ısıyı dünya çapında dağıtma olgusunun ortadan kalkması.

  • Boreal orman kayması: Zararlılar ve orman yangınları büyük ölçekli rahatsızlıklar yarattığından, potansiyel olarak bazı bölgeleri karbon yutma özelliğinden karbon üretme kaynağına çeviren kuzey ormanlarının geri dönüşü.

  • Amazon yağmur ormanlarının yok olması: Yağmur ormanlarının yok olması ve savanaya doğru bir kayma, ormanlarda depolanandan çok daha büyük miktarda CO₂ salınımına neden olur.

Küresel sıcaklıklar, önceki bölümlerde açıklanan rakamları önemli ölçüde aşabilir. Mevcut atmosferik CO₂ konsantrasyonu milyonda 420 ppm civarındadır. Yaklaşık 3 milyon yıl önce, atmosferik CO₂ konsantrasyonu 350 ile 450 ppm arasındaydı ve küresel ortalama yüzey sıcaklıkları, bugünkünden çok daha fazla olarak 1,9 ile 3,6°C arasında daha yüksekti. Yaklaşık 50 milyon yıl önce, atmosferik CO₂  miktarı 1.000 ppm'yi aşarken, küresel ortalama yüzey sıcaklıkları bugün referans olarak alınan sanayi öncesi dönemden 9 ile 14°C daha yüksekti.

Isı, üretkenlik ve sağlık

Artan sıcaklıklar ve ısı dalgaları, işgücü verimliliğini giderek daha fazla sınırlamakta ve ısı stresine bağlı ölümlere neden olmaktadır. Dünya çapında 2019'da küresel sıcaklık artışları nedeniyle 302 milyar çalışma saatinin kaybedildiği hesaplanıyor. Bu rakam 2000 yılında covid 19 nedeniyle ortaya çıkan 580 milyarlık kayıp işgücü zamanının % 52’sine denk geliyor. Covid 19 pandemisi yarın-öbürgün biter ancak sıcaklık artışları devam edecek. Bu da işgücü kayıplarının artarak devam edeceğini dolayısıyla verimliliğin sürekli olarak düşeceğini gösteriyor.

Aşağıdaki harita 2040'ta büyük sıcak dalgaları yaşayan bölgesel nüfus oranlarını göstermektedir.

Kuraklığa Maruz Kalan Bölgeler.png

Kuraklığa maruz kalacak nüfus oranı.

Isıya Maruz Kalan Nüfus.png

Önümüzdeki 10 yıl içinde 3,9 milyar insanın, tarihi ortalamanın 12 katı olan büyük ısı dalgaları yaşaması muhtemel. Dünya nüfusunun yüzde 95'inden fazlası ise 2050 yılından itibaren sıcak hava dalgalarına maruz kalacak.  O tarihte dünya nüfusu ne kadar fazla ise maruz kalan insan sayısı da o kadar artacaktır. Bu nedenle, 2050'de küresel olarak ortalama bir insan, iklim değişikliği önlenemezse referans olarak alınan dönemdeki  (1981-2010 yılları arası) 1,1 güne karşılık yılda 14,6 gün sıcak hava dalgası yaşayacak.

Yeryüzündeki hiçbir bölge ısı dalgalarından kendini kurtaramayacak. Batı, Orta, Doğu ve Güney Afrika, Orta Doğu, Güney ve Güneydoğu Asya ile Orta Amerika ve Brezilya'daki nüfusun yüzde 50'si veya daha fazlası 2040 yılına kadar büyük ısı dalgaları yaşayacak. Dünyanın her bölgesindeki insanların yüzde 70'inden fazlası 2050’ye kadar sıcak hava dalgalarıyla karşılaşacak. Kentsel alanlar, kentsel ısı adası etkileri nedeniyle en büyük hayatta kalma zorluklarını yaşayacak.

Gıda güvenliği

Küresel talebi karşılamak için tarımın 2050 yılına kadar yüzde 50 daha fazla gıda üretmesi gerekecek. Bununla birlikte, emisyonlarda çarpıcı azalmalar gerçekleşmezse verim yüzde 30 düşebilir.  Son yıllarda, bölgesel kuraklık ve sıcak hava dalgaları nedeniyle üretim yüzde 20-50 arasında değişen kayıplara neden oldu. Avustralya'da şiddetli kuraklık, art arda iki yıl (2006 ve 2007) buğday hasadında yüzde 50'lik bir çöküşü ortaya çıkardı. Avrupa'da, 2018 sıcak dalgası, kıtanın orta ve kuzeyinde birden fazla ürün kaybına ve yüzde 50'ye varan verim kayıplarına yol açtı.

Aşağıdaki harita 2050 yılında şiddetli kuraklığa maruz kalan bölgesel ekili alanların oranını göstermektedir.

Bu dönem boyunca, Orta Avrupa, ekili alanların yüzde 52'sinde şiddetli kuraklık yaşadı. Çin'de, Liaoning Eyaletinde, kuraklık yılları mısır hasadında yüzde 20-25'lik bir azalmaya yol açtı. Tahıl depolarının azalması, Avustralya'daki kuraklık ve bölgesel mahsul kıtlığının bir araya gelmesinden kaynaklanan 2007-08 küresel gıda krizi, Kamerun, Mısır, Endonezya, Meksika, Fas, Nepal, Peru, Senegal ve Yemen dahil olmak üzere en az 13 ülkede küresel gıda fiyatlarının, ihracat yasaklarının, ithalatçılar için gıda güvensizliğinin, toplumsal huzursuzluğun ve kitlesel protestoların iki katına çıkmasına neden oldu.

Araştırma sonuçları 2050 yılına kadar küresel ekili alanların yaklaşık yüzde 40'ının her yıl üç ay veya daha fazla süreyle şiddetli kuraklığa maruz kalacağını gösteriyor.

Aşırı hava olayları genellikle ardışık etkileri tetikler. Amerikan Meteoroloji Derneği 2012’den bu yana aşırı hava olaylarının yıllık bir değerlendirmesini yayınlamaktadır. Araştırma bulgularından 146’sında 2011 ve 2018 yılları arasındaki vakaların yüzde 70'inde aşırı hava olayı ile iklim değişikliği arasında önemli bir bağlantı tespit edildi.

GermanWatch tarafından 2020'de yayınlanan bir değerlendirme, 1999 ve 2018 yılları arasında dünya çapında yaklaşık yarım milyon insanın 12.000'den fazla aşırı hava olayının doğrudan bir sonucu olarak öldüğünü ve bu aşırı hava olaylarında yaklaşık 3,54 trilyon ABD Doları (satın alma gücü paritesine göre) tutarındaki kayıplar olduğunu belirledi. Düşük gelirli ülkelerde aşırı hava olaylarından kaynaklanan ekonomik kayıpların neredeyse tamamının sigortasız olduğunu ve bu kayıpların nüfus üzerindeki etkileri daha da artırdığını görmeliyiz.

İklim değişikliği, daha sıcak ve daha kuru ortamlar yaratarak orman yangınlarına aşırı duyarlı koşulların yaratılmasına katkıda bulunur. 2015–18 döneminde, 2001–14 ile kıyaslandığında, ülkelerin yüzde 77'si orman yangınlarında artış yaşadı. Örneğin California, yıllık yangınlarda beş kat artış yaşadı. Orada, sıcak mevsim günlerinin ortalama gündüz sıcaklıkları 1970'lerin başından bu yana yaklaşık 1,4°C artarak yangın koşullarını artırdı ve iklim modelleri tarafından simüle edilen eğilimlerle tutarlı bir sonuç çıkardı. Yirminci yüzyılın başına göre 1-2°C daha sıcak bir sıcak hava dalgası, yıkıcı hava koşulları yaratarak 2019-20'deki Avustralya orman yangınlarına katkıda bulunan bir faktör oldu. Felaketten kaynaklanan maddi ve ekonomik hasarın toplam 70 milyar ABD Doları olduğu tahmin edilmektedir. Sıcak hava dalgalarının ortaya çıkıp belli bölgeleri etkilemesi bugün ve yakın gelecek için geçen yüzyılın başına göre yaklaşık 10 kat daha fazla olasılık dahilindedir. İleriye dönük olarak, 2°C'lik küresel ısınmayla birlikte benzer orman yangınlarının olasılığı yaklaşık sekiz kat daha fazladır. Sibirya'da, 2020'nin ilk yarısında uzayan sıcak hava dalgası geniş çaplı orman yangınlarına, permafrost kaybına ve haşere istilasına neden oldu. İklim değişikliğinin bu bölgede bu tür olayları 600 kattan fazla artırdığı tahmin ediliyor.

Yapılan araştırmada sonuç  olarak ortaya çıkan ve birbirini etkileyen risklere aracılık eden güvenlik açıkları, doğal sistemlerle ilgili olanlar ve insan veya toplumsal sistemlerle ilgili olanlar şeklinde iki ayrı kategoride düşünülmüş. Bunlardan uzmanların en büyük endişelerini dile getirdiği güvenlik açıkları şunları içeriyor:

•  Gıda sisteminin kırılganlığı buna karşı kırılganlığın etkilerini azaltacak planların ve dolayısıyla uyum önlemleri nin eksikliği

•  Kapasitelerinin sınırında doğal sistemler ve ekosistemler

•  İnsan toplumları ve değişen ekosistemlerin kesiştiği noktada ortaya çıkan yeni zararlılar ve hastalıklarla başa çıkmak için önlemlerin eksikliği

•  Gelişmekte olan ülkelerdeki hassas demografinin birincil gelirleri için gıda üretimine (özellikle küçük ölçekli çiftçiler) bağımlılığı ve alternatif geçim seçeneklerinin olmaması

•  Yeterli sosyal güvenlik sisteminin ve sosyal uyumun olmaması

•  Çeşitlendirilmemiş ekonomiler, piyasaların kırılganlığı ve iş sürekliliği planlarının eksikliği

•  Yaşlanan nüfuslar ve nüfusların belli bölgelerdeki  yoğunluğu

•  Bir tarafta aşırı yoksulluk diğer tarafta ise servet ve kaynakların eşitsiz dağılımı

•  Kırılgan altyapı, merkezi enerji ve su tedarik sistemleri ve zayıf sağlık sistemleri

•  Özellikle hassas nüfusların güvenli göçünü destekleyen tedbirlerle ilgili zayıf yönetişim ve zayıf kurumlar,

•  Önceden var olan bölgesel gerilimler

•  Uluslararası ticarete ve küresel tedarik zincirlerine bağımlılık, buna karşı uluslararası işbirliğinin giderek azalan seviyesi

 

Ulusal ve uluslararası güvenlik

Uzmanlar, temel olarak, gıda ve su güvenliğinin azalması ve geçim kaynaklarının yokolması ile birlikte  insanların bulundukları yerlerden göç etmesiyle sonuçlanan ve çok daha fazla krizlere yol açabilen iklim tehlikeleri ve doğrudan etkilerle ilgilenmektedir. Aşağıdaki grafik, sınırlı gıda kaynakları üzerindeki rekabetin yanı sıra gelir eksikliği nedeniyle toplumların giderek daha istikrarsız hale gelmesi, yönetişim ve siyasi sistemlerin potansiyel çöküşünün nasıl sonuçlandığını gösteriyor. Uzmanlar, bu tür durumların aşırılık yanlısı grupların yükselişi, paramiliter müdahale, organize şiddet ve insanlar ile devletler arasında çatışmalar gibi etkilere yol açabileceğinden endişe duyuyor. Bazı uzmanlar, devletler kendi vatandaşları adına kaynakları güvence altına almak için rekabet ederken ortaya çıkabilecek devletler arası çatışmaların nükleer silah kullanımına kadar gidebileceğinden  endişe duyuyor.

Aşağıdaki grafik, daha fazla ulusal ve uluslararası güvensizliğe yol açması muhtemel sistematik ardışık iklim risklerine ilişkin değerlendirmeleri ortaya koymaktadır.

ABD Ulusal İstihbarat Konseyi'nin Mart 2021'de yayınlanan Küresel Eğilimler 2040 raporu şunları vurgulamaktadır:

 

“İklim değişikliği, insan ve ulusal güvenliğe yönelik riskleri giderek artıracak ve devletleri zor seçimler yapmaya ve ödünler vermeye zorlayacaktır. Yükler eşit olmayan bir şekilde dağıtılacak, rekabeti artıracak, istikrarsızlığa katkıda bulunacak, askeri hazırlığı zorlayacak ve siyasi hareketleri teşvik edecektir.”

Uzmanlar, tüm gezegende ekonomilerin çökmesi sonucunu doğuracak çok farklı ve karmaşık bir dizi birbirini tetikleyen riskten endişe etmektedirler. Sıcak hava dalgaları, orman yangınları, seller ve kuraklık gibi olaylar, gıda güvenliğini, enerji ve su altyapısını etkileme potansiyeli taşımaktadır. Ayrıca, bu sonuçlar, işletmeleri de başarısız kılacağı gibi sonuç olarak tüketici harcamalarında önemli düşüşlere de yol açacaktır. Aynı zamanda altyapının çökmesi, sanayi ve tarım üretiminin olağanüstü miktarlarda azalması, varlıkların satılmasına, hisse senedi fiyatlarının düşmesine ve emeklilik fonlarında açıklara yol açacak ve nihayetinde finansal piyasalar da dağılacaktır. Bütün bu sonuçlar  serbest piyasa ekonomik modelinin sürdürülemezliğini ortaya koyacak ve hükümetlerin insanların tüketimini kısıtlama doğrultusunda kararlar alabileceği biçiminde toplumsal bir fikir birliğini ortaya çıkarabilecektir. Bütün bu oluşumlar enflasyon oranları, varlık fiyatları, iş alanları üzerinde geniş kapsamlı sonuçları olan makro-ekonomik sürdürülemezliğe yol açabilecektir.

Aşağıdaki akış grafiği, ekonomik ve ticari aksamalara yol açması muhtemel sistematik ardışık iklim risklerine ilişkin değerlendirmeleri ortaya koymaktadır.

Göç olgusunun ortaya çıkması

Diğer sistemik risklerde olduğu gibi, iklim riskleri de doğrudan gıda güvenliğinin ortadan kalkmasına  ve insanların geçim kaynaklarının kaybolmasına neden olacağından, bu durum, toplulukların yerinden edilmesi ve göç baskılarına yol açacaktır. Yalnızca 2020 yılında dünya çapında 143 ülkede yaklaşık 30 milyon insan, 4,3 milyonu Sahra altı Afrika'da olmak üzere, hava koşullarına bağlı afetler nedeniyle yerinden oldu. Orta Doğu ve Afrika'daki çatışmalardan kaçarak Avrupa'ya giren mülteci ve göçmenlerin sayısı 2015 yılında 1 milyonu aştı.

Aşağıdaki şekil iklim değişikliği nedeniyle ortaya çıkacak sonuçların can kayıplarına, insan hakları ihlallerine, kamu kurumları ve altyapı üzerindeki baskıların artmasına ve sosyo-ekonomik koşulların bozulmasına yol açacağını ortaya koyuyor. Bilim insanları, bütün bunların sonucu olarak artan çatışma, şiddet, siyasi istikrarsızlık ve bölgesel güvenlik olgularının gündeme geleceğini belirtiyorlar.

Sağlık krizleri

İklim değişikliği ekosistemleri bozarak hastalıkların yeni alanlara sıçrama riskini artırır. Bilim insanları, iklim değişikliğinin bir sonucu olarak pandemilerin artma olasılığı konusunda uzun yıllardır uyarıda bulunuyorlar. 2008 yılında ‘Nature’ dergisinde yayınlanan bir araştırma, önceki on yılda ortaya çıkan bulaşıcı hastalıkların yaklaşık üçte birinin vektör kaynaklı olduğunu ve insanlara bulaşmalarının iklimdeki değişikliklerle ilişkili olduğunu ortaya çıkardır. Örneğin, enfeksiyon taşıyan sivrisinekler,  böcekler değişen coğrafi sıcaklık modellerini izlerler.

Enerji güvenliği

Uzmanlar, iki ayrı enerji güvenliği risk kademesinden endişe duymaktadır. Elektrikle ilgili olarak, artan kentsel ısı adaları, termik santrallerde soğutma için azalan su ile birleştiğinde, muhtemelen artan talep ve arz kıtlığına yol açacaktır. Uzmanlar, bu senaryonun ihracat kontrolleri tarafından daha da kötüleşerek kararmalara ve elektrik kesintilerine ve nihayetinde soğutma hizmetlerinin eksikliğine ve dolayısıyla ısı stresi ve ölüme yol açacağından korkuyorlar. İkinci potansiyel basamak, ulaşımda artan kısıtlamalara ve dolayısıyla düşen petrol talebine yol açan kötüleşen hava kalitesine odaklanarak petrol şirketlerinin operasyonlarına kısıtlamalar getiriyor. Uzmanlar, bunun petrol şirketlerinin batmasına ve nihayetinde petrol fiyatı şoklarına yol açacağından korkuyor.

Yakın zamanda yaşanan küresel yarı iletken çip kıtlığı, kısmen Şubat 2021'de Teksas'ta yaşanan anormal derecede soğuk dönem sırasında meydana gelen elektrik kesintileri nedeniyle üretim tesislerinin kapatılmasından kaynaklandı.101 Elektrik kesintileri aynı zamanda güvenli içme suyu eksikliğine de yol açtı.102 Kanıtlar, Kuzey Kutbu'nun ısınması ve bunun sonucunda kutup girdabının zayıflaması, soğuk havayı normalden çok daha güneye itiyor ve Teksas'ın 30 yıldan uzun süredir yaşadığı en soğuk dönemi getiriyor.

Aşağıdaki akış grafiği uzmanların enerji güvensizliğine yol açması muhtemel sistematik ardışık iklim risklerine ilişkin değerlendirmeleri

Sonuç

Paris İklim Anlaşmasında ‘ulusal Olarak Belirlenmiş Katkılar’ ciddi biçimde artırılmadıkça ve politika ve dağıtım mekanizmaları orantılı bir şekilde revize edilmedikçe, bu raporda açıklanan iklim değişikliği etkilerinin birçoğu 2040 yılına kadar öylesine şiddetli hale gelecek ki, tek tek ülkelerin uyum sağlayabileceği sınırların ötesine geçecektir. Adı geçen anlaşmada belirlenen emisyonlar mevcut yol haritasını izlerse, sıcaklıkları sanayi öncesi seviyelerin 2°C'nin altında tutma şansı yüzde 5'ten az ve 1,5°C Paris Anlaşması hedefine ulaşma şansı yüzde 1'den az.

Emisyonlar 2030'dan önce büyük ölçüde düşmezse, 2040'a kadar yaklaşık 3,9 milyar insan, tarihi ortalamanın 12 katı olan büyük ısı dalgaları içinde yaşayacaktır. Sıcaklık artışları 2030'lara kadar, her yıl dünya çapında 400 milyon insanın doğal kabul edilebilirlik sınırını aşan seviyelere gelecektir ve hayatta kalma eşiğini aşan ısı stresine maruz kalan insan sayısı her yıl 10 milyonu aşacaktır.

Küresel talebi karşılamak için tarımın 2050 yılına kadar neredeyse yüzde 50 daha fazla gıda üretmesi gerekecek. Ancak, emisyon azaltımları yeniden revize edilecek ölçülerde gerçekleşmezse, bırakın artışı, verim yüzde 30 düşecektir.

Artan iklim etkileri muhtemelen daha yüksek ölüm oranlarına neden olacak, siyasi istikrarsızlığa ve daha fazla ulusal güvenlk sorunlarına neden olacak ve bölgesel ve uluslararası çatışmaları körükleyecektir. Değişen hava sistemleri arasındaki bağlantılar sonucu ortaya çıkacak yeni  ekosistemlerde haşereler ve hastalıkların yükselişi, sıcak hava dalgaları ve kuraklıkla birleşince büyük olasılıkla benzeri görülmemiş mahsul kıtlığına yol açacak. Bu durumun yaratacağı sonuç ise gıda güvensizliği ve nihayetinde göç olacaktır.

Ekim 2021

bottom of page