top of page
Ä°klim DeÄŸiÅŸikliÄŸi, Nüfus, Kuraklık ve Göçler 
Kaynak: asuzer.blogspot.com.tr 'Ä°klim DeÄŸiÅŸikliÄŸi, Nüfus, Kuraklık ve Göçler')

Ä°klim deÄŸiÅŸikliÄŸinin yarattığı su sıkıntısı ve kuraklık bilim insanlarının ileri sürdükleri dışında, bugüne dek çok fazla öngörülememiÅŸ daha yakın olumsuz sonuçları ile insanoÄŸlunun binlerce yılda ulaÅŸtığı uygarlığı çok kısa sürede yok edecek gibi görünüyor. Umursamaz tavrımızı en kısa sürede deÄŸiÅŸtirmezsek öncelikli yıkılacak uygarlıklardan biri de Türkiye olacak. Belki de ilk sıradayız. 

 

Ä°klim DeÄŸiÅŸikliÄŸinin temelinde küresel ısınma yatıyor ve bu ısınma özellikle son yıllarda insanoÄŸlunu giderek artan felaketlerle daha sık karşı karşıya bırakmaya baÅŸladı. Yapılan ölçümler 19.YY’ın sonundan bugüne atmosferdeki sıcaklık artışının 0,9 santigrat derece olduÄŸunu göstermektedir. Sonuç olarak bugün yaÅŸadığımız sorunları yalnızca 0,9 derecelik bir artışın sonucu olarak yaşıyoruz. Bu sorunlar da gözlerimizin fal taşı gibi açılmasına neden oldu. Birçok bilimsel ve/veya uluslararası toplantılarda bundan sonra artışın 2 santigrat derecenin üstüne çıkmaması için çabalara yönelik neler yapılması gerektiÄŸi üzerinde konuÅŸuluyor. Peki, ama daha yaklaşık 1,1 derecelik artış sonucu neler yaÅŸayacağımıza ait gerçek bir modelleme, geleceÄŸe iliÅŸkin doÄŸru bir simülasyon var mı? Var olanların 0,9 dereceden sonra olacaklarla mukayeseli sonuçlarını görebiliyor muyuz? Son yüzyılda sıcaklık artışı 0,9 derece. Evet, ama bu artışın 0,25 santigrat derecelik kısmı 50 yıl öncesine kadar gerçekleÅŸmiÅŸ. Yani 1970’lerden bugüne ısı artışı 0,65 derece. Ve biz yalnızca 0,65 derecelik bir artışın sonucu olarak Kuzey kutbunu kaybettik. Antarktika’da devasa bir buzul kütlesinin -ki büyüklüÄŸünün kilometrelerce kare olduÄŸu söyleniyor- kopuÅŸunu, yeryüzünün tamamında binlerce kilometrelik akarsu ve dere yataklarının, yine toplamı yüzlerce kilometre kare olan irili ufaklı gölleri kaybettik. Dünya üzerinde yaÅŸadığımız kuraklıklar ve bu nedenle kaybettiÄŸimiz ekilebilir alanları bu saydıklarımıza ekleyebiliriz. O halde bu noktada durup düÅŸünelim. Yalnızca 0,65 santigrat derecelik bir ısınma ile bütün bunları yaÅŸadıysak bu ısınmanın ÜZERÄ°NE 1,0 santigrat derece daha ısınma ile neler yaÅŸayacağız? Ve bize bununla ilgili yapılan sunumlar hem önümüzdeki zamanla, hem de başımıza geleceklerle ilgili hangi ölçüde doÄŸruyu gerçekten yansıtıyor.

 

Bütün bu sorularımızla aslında; ‘buzullar sizin öne sürdüklerinizden daha hızlı ve daha fazla eriyerek deniz suyunu dediÄŸiniz gibi 1metre, 3 metre deÄŸil, 10 metre yükseltecek’ demek istemiyoruz.  Amacımız dünyanın hangi bölgelerinin örneÄŸin 5’er yıllık süreçlerde daha öncelikli olarak kuraklık belası ile karşılaşıp bu kuraklığın önce kendi bölgesinde ortaya çıkaracağı sosyal sorunlar ve daha sonra kendi dışında baÅŸka nereleri nasıl etkileyeceÄŸi çalışmalarının doÄŸru olarak yapılması çaÄŸrısıdır. Ä°nsanoÄŸlunun yarattığı uygarlık tehlike altında. Ve bu tehlike; insanoÄŸlunun iklim deÄŸiÅŸikliÄŸinin ortaya çıkardığı ve çıkaracağı sonuçlara karşı kendi yaÅŸamını sürdürebileceÄŸi baÅŸka yerlere doÄŸru kitlesel GÖÇLER ile yaÅŸanacaktır. Ä°nsanoÄŸlunun yarattığı uygarlık tehlike altında. . .   Ä°nsanoÄŸlunun yarattığı uygarlık tehlike altında. . .

 

Dünya Bankası bünyesinde 2016 yılında yapılan bir çalışmaya göre; (High and Dry: Climate Change, Water, and the Economy) Ä°klim DeÄŸiÅŸikliÄŸinden kaynaklanan küresel etkinin çoÄŸu doÄŸadaki su döngüsünden kaynaklanacaktır. Rapor, önümüzdeki otuz yıl içinde, küresel gıda sisteminin yüzde 40 ila 50, kentsel ve endüstriyel su talebinin yüzde 50 ila 70 enerji sektörünün ise yüzde 85 artacağı sonucuna ulaÅŸmış. Ä°lerleyen bölümlerde bu üç alandaki talep artışlarını biraz daha açık ortaya koymaya çalışacağız. Bir yanda bu talep artışı -ki bu artışların tamamının karşılanması suya baÄŸlı- diÄŸer yanda ise su döngüsünün yer, zaman ve miktarsal bozulması önümüzdeki çok da uzun olmayan bir süreç içinde insanlığı derinden etkileyecek sonuçlar doÄŸuracaktır.

 

Åžimdi isterseniz biraz gerilere gidelim ve tarihte konumuzla ilgili neler olduÄŸuna bakalım. Ola ki, geçmiÅŸte yaÅŸadıklarımız bugün neler yapmamız gerektiÄŸine ve dolayısıyla yarın ki geleceÄŸimizin daha doÄŸru ve anlamlı ÅŸekillendirilmesine ışık tutabilir.

 

TUNÇ ÇAÄžI

M.Ö 13. Yüzyılın ortalarında bir Hitit kraliçesi Mısır Firavunu II. Ramses’e önce bir mektup ardından da bir heyet göndererek ülkesinde tahıl olmadığını ve kendisine tahıl göndermesini istedi. Birkaç on yıl sonrasına ait bir baÅŸka Mısır yazıtında ise; zamanın Mısır firavunu Merneptah’ın ‘Hatti ülkesinin ölümünü engellemek için onlara gemilerle tahıl gönderdim’ deniyordu. 

​

Ünlü tarihçi; Eric Cline, M.Ö 1177 Medeniyetin ÇöktüÄŸü Yıl adı ile Türkçeye çevrilen kitabında Tunç Çağı ile ilgili neler söylüyor:

“Ege, Mısır ve YakındoÄŸu’da Tunç Çağı, yaklaşık olarak M.Ö 3000 yılından M.Ö 1200 yılının hemen sonrasına kadar, yani neredeyse iki bin yıl sürdü. Yüzyıllar boyunca süren kültürel ve teknolojik evrimden sonra sonu geldiÄŸinde, batıda Yunanistan ve Ä°talya’dan, doÄŸuda Mısır, Kenan ve Mezopotamya’ya kadar Akdeniz bölgelerinin uygar ve uluslararası dünyasının büyük kısmı hazin bir ÅŸekilde sekteye uÄŸradı. Yüzyıllar içinde evrilmiÅŸ olan büyük imparatorluklar ve küçük krallıklar hızla çöktü. Onların sona ermesiyle birlikte, uzmanların eskiden dünyanın ilk Karanlık Çağı olarak nitelendirdiÄŸi bir geçiÅŸ dönemi baÅŸladı. Yunanistan’da ve etkilenen diÄŸer bölgelerde yeni bir kültürel Rönesans’ın baÅŸlayıp bugün bildiÄŸimiz Batı toplumunun zeminini hazırlaması için yüzyıllar geçmesi gerekecekti.” (Adı geçen kitap - Önsöz)

 

Ünlü tarihçi Fernand Braudel, Bellek ve Akdeniz adı ile Türkçeye çevrilen kitabında Tunç Çağı’nın yıkılmasına neden olarak ortaya çıkan olasılıklardan en yaygın kabul görenini ÅŸöyle anlatıyor:

“SavaÅŸçılar, dünya sahnesine çıktıkları andan itibaren arkalarında ölüm ve yıkım bırakarak hızla ilerlediler. Günümüzde uzmanlar onları toplu olarak “Deniz Kavimleri” diye adlandırıyor, ancak ülkelerine yapılan saldırıları kaydeden Mısırlılar bu tabiri hiç kullanmamış onun yerine bu insanları beraber hareket eden ayrı topluluklar olarak tanımlamışlardı: Filistler, Zekkerler, ÅžekeleÅŸler, Åžerdanalar, Danunalar ve VavaÅŸlar, kulaÄŸa yabancı gelen isimleriyle, yabancı görünüÅŸlü halklar.

Mısır kayıtlarının bize aktardıklarının ötesinde Deniz Kavimleri hakkında çok az ÅŸey biliyoruz. Kökenlerinin nerede olduÄŸu ile ilgili kesin bir ÅŸey söylemiyoruz. Belki, Sicilya, Sardunya ve Ä°talya, bir senaryoya göre de belki Ege ve Batı Anadolu’dan hatta Kıbrıs veya DoÄŸu Akdeniz’den bile gelmiÅŸ olabilirler. Kökenleri veya yola çıkış noktaları olarak tanımlanabilecek hiçbir antik yerleÅŸim alanı tespit edilemedi. Onları gözümüzde bir bölgeden diÄŸerine durmadan hareket eden ve karşılarına çıkan ülke ve krallıkları istila edip yaÄŸmalayan topluluklar olarak canlandırıyoruz. Mısır metinlerine göre önce Suriye’de kamp kurdular, sonra Kenan ülkesi kıyısı boyunca aÅŸağıya inip günümüzde Suriye, Lübnan ve Ä°srail’e ait olan topraklardan geçerek Mısır’daki Nil Deltası’na doÄŸru ilerlediler." (Bellek ve Akdeniz – Fernand Braudel, Çeviren Ali Berktay 3.Basım Aralık 2016)

 

“Bilim adamları, özellikle de sadece Geç Tunç Çağı‘nın sonuna deÄŸil, Deniz Kavimlerinin göçlerinin sebebine bir açıklama bulmaya çalışan uzmanlar, önemli bir ihtimal olarak iklim deÄŸiÅŸikliÄŸine, bilhassa kuraklığa ve bunun sonucu olan kıtlığa vurgu yapıyor. Arkeologların teorilerinin sıklıkla yayınladıkları dönemi, on yılı, hatta yılı yansıttığı kesin olsa da M.Ö ikinci bin yılın sonlarındaki muhtemel iklim deÄŸiÅŸiklikleriyle ilgili bu tür varsayımlar, iklim deÄŸiÅŸikliÄŸi ile ilgili ÅŸu andaki endiÅŸelerimizden onlarca yıl önce ortaya atıldı." (M.Ö 1177  Medeniyetin ÇöktüÄŸü Yıl - sayfa 175 - Eric H. Cline, Çeviren AyÅŸegül Kuglin, 1. Basım Åžubat 2018)

 

“. . .  Bu kıyamet günlerinin baÅŸrol oyuncusu olan Deniz Kavimlerine gelince, . . . Kimdir bunlar tam olarak? Tarihçiler bu konuda ÅŸaşırıp kalmışlardır: Aynı anda birçok uygarlığı yok eden muazzam bir dramın kıyısında, bir süre sonra tüm tunç devrini yutacak olan bu deniz kazasının karşısında duru açıklamalar aramaktadırlar. Aslında elimizde dört olay grubu bulunmaktadır:

​

  • Hitit Ä°mparatorluÄŸu –Hatti- 1200’e doÄŸru yıkılır;

  • Mykenai Sarayları 1200’e doÄŸru yakılıp yıkılır;

  • Mısır belgelerinde Kuzey Kavimleri veya Adalar Kavimleri ya da Deniz Kavimleri olarak geçen kavimler M.Ö 1225 ve 1180’e doÄŸru iki kez Mısır’a doÄŸru saldırıya geçer ve ikisinde de ezilirler. Bu tarihler aÅŸağı yukarı kesindir.

  • M.Ö 2. Binyılın sonunda uzun bir kuraklık dönemi Akdeniz’i sıkıntıya sokar.

 

Acaba dramın son ÅŸahsiyeti iklim, geri kalan herkesten daha mı önemlidir?”    

 

“. . . . Deniz Kavimlerinin niçin Batı Akdeniz bölgelerinden doÄŸuya doÄŸru hareket ettiÄŸi konusunda, daha önceki araÅŸtırmacıların uzun süre boyunca ağırlıklı olarak tercih ettiÄŸi açıklama kuraklık oldu. Bu uzmanlar, Kuzey Avrupa’daki bir kuraklık sebebiyle buradan Akdeniz bölgesine göç etmek zorunda kalan nüfusun, Sicilya, Sardinya ve Ä°talya’da yaÅŸayan halkları, belki de ayrıca Ege halklarını yerlerinden ederek bu bölgelere yerleÅŸtiklerini öne sürüyordu. EÄŸer bu olaylar gerçekten yaÅŸandıysa, uzakta, DoÄŸu Akdeniz’de halkların göç etmesiyle sonuçlanan bir zincirleme reaksiyon baÅŸlamış olabilir. Büyük çaplı insan göçü baÅŸlatan kuraklık örnekleri konusunda en ünlülerinden biri, 1930’ların Amerika BirleÅŸik Devletleri’nde, aileleri dalgalar halinde Oklahoma ve Teksas’tan Kaliforniya’ya göç etmeye zorlayan meÅŸhur “Dust Bowl’a sebep olan kuraklık.

 

Bu tür göçler çoÄŸu zaman ‘itme çekme kuramı’ ile açıklanır. YaÅŸanan yerde insanları göçe iten kötü ÅŸartlar, gidilecek yerde ise insanları cezbeden ya da çeken iyi ÅŸartlar vardır.” (M.Ö 1177  Medeniyetin ÇöktüÄŸü Yıl - sayfa 175-176 – Eric H. Cline, Çeviren AyÅŸegül Kuglin, 1. Basım Åžubat 2018)

 

Tarih, gerekçesi her ne olursa olsun iklim deÄŸiÅŸikliÄŸi ve sonucu olan kuraklığın uygarlık üzerinde nasıl etkiler yarattığının örneklerine sahip. Kısa süreli kuraklıkların etkileri bir ÅŸekilde tölere edilebiliyor. Ancak çok daha geniÅŸ coÄŸrafyalarda ortaya çıkan iklim deÄŸiÅŸikliklerinin yarattığı uzun yıllara yansıyan kuraklıkların sonuçları uygarlıkların çökmesine kadar gidebiliyor. Bugün ise; bölgesel deÄŸil, tüm dünyayı etkileyen bir iklim deÄŸiÅŸikliÄŸinden söz ediyoruz. Bu deÄŸiÅŸikliÄŸin sonuçları bugüne kadar açıklanmaya çalışılanlar kadar mı olacak?  En önemlisi; bahse konu tüm sonuçlar doÄŸada yaÅŸanacak deÄŸiÅŸikliklere iliÅŸkin. Yani denizler yükselecek, belli coÄŸrafyalarda kuraklıklar olacak ve çölleÅŸme gerçekleÅŸecek v.s. Tamam anladık. Peki! Tüm bu sonuçların özellikle kuraklığın toplumların yaÅŸamlarında nasıl etkiler yaratacağını ve bu etkilerin hangi toplumsal hareketleri tetikleyeceÄŸini ve bu tetiklemenin nasıl sonuçlar doÄŸuracağına bakıyor muyuz? Bir yandan dünya nüfusunu oluÅŸturan milyarlarca insana çok kısa sürelerde yine milyarlarca insan ilave olacakken, diÄŸer yandan dünyanın en önemli coÄŸrafyalarında kuraklık ve çölleÅŸme gerçekleÅŸecekse, bu milyarlar karınlarını nasıl doyuracaklar, nasıl yaÅŸamaları için su bulacaklar? Bulamadıkları an gelip çattığında ne yapacaklar? 

​

Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir ülkede yine herhangi bir yıl kuraklık olabilir. ÇoÄŸu kez sonuçları o yıla iliÅŸkin olumsuz etkiler gösterse de genellikle ülkeler bunu bir ÅŸekilde atlatabilirler. Ancak kuraklık ikinci, üçüncü yıl da devam ettiÄŸinde sonuçlarının altından kalkmak giderek zorlaşır. Daha da uzun sürerse toplumsal yapı hiç tartışmasız bozulur. Bozulan toplumsal yapıyı onarmak ve yeni dengelerine oturtmak ise hemen hemen imkânsızdır. 

 

Toplumsal yapı nasıl bozuluyor? Oranı ülkeden ülkeye deÄŸiÅŸiklik gösterse de tarım önemli bir nüfusu barındıran sektör. Bu hali ile uzun yıllar içinde oluÅŸmuÅŸ bir toplumsal dengeyi saÄŸlıyor. Söz konusu nüfusun yerleÅŸikliÄŸi, o nüfusa saÄŸladığı gelir, yerleÅŸilen bölgelerde toplumun kurumsal yapılanması ve buna baÄŸlı yaÅŸam biçimi ile ortaya çıkan bir dengeden söz ediyoruz. Bütün bunların yanı sıra, içinde bulunduÄŸu toplum için ürettikleri, toplumun yaÅŸamını sürdürmesi için olmazsa olmaz beslenmesini saÄŸlayan ürünler. Ve elbette bu ürünlerden baÅŸlayan ve tüm toplumun yaÅŸamına kaynaklık eden gıda zinciri. Kuraklık söz konusu olduÄŸunda nesiller boyu bulundukları yerde yerleÅŸik olan bu kitleler, artık oldukları yerde bulamadıkları su ve yiyecek ile yaÅŸamlarını sürdürebilecekleri geliri elde edebilmek üzere çaresizce kentlere doÄŸru göç etmeye baÅŸlıyorlar.

 

Geçimini saÄŸlayacak koÅŸulları kaybetmekten öte, açlık ve susuzlukla karşı karşıya kalmış insanların çok kısa zaman aralığında ÅŸehirlere göç ederek oraları doldurması, özellikle geliÅŸmemiÅŸ ve/veya geliÅŸmekte olan ülkelerde, hemen her alandaki kent altyapısının yetersizliÄŸi ile birlikte gerçek bir kâbus ortamı yaratmaktadır. Böylece sorun yalnız tarımsal yerleÅŸim alanlarındaki dengeyi ve oradan baÅŸlayan gıda zincirini bozmaktan öte, göç edilen kentlerdeki ekonomik, sosyal, kültürel ve nihayetinde siyasal dengeleri de altüst ederek, tüm topluma yayılıyor.   

 

DÜNYA NÜFUSU       

2018 Yılı sonu itibariyle dünyamızın nüfusu yaklaşık 7,5 milyar. 2030 Yılında 8,5 milyara ulaÅŸacak olan bu rakamın 2040 yılında ise 9,5 milyarı geçeceÄŸi öngörülüyor. Peki; bu ne demek? Elbette yiyecek talebinin artması demek. Ancak, ilk anda düÅŸünülenin aksine;  yiyecek talebinin nüfus artışı ile doÄŸru orantılı artması demek deÄŸil. DeÄŸil, çünkü teknolojinin, iletiÅŸimin ve toplumların yaÅŸam standartlarındaki artışın etkisi ile yiyecek talebi söz edilen sürelerde nüfus artış hızından daha fazla artacaktır. Bunun içindeki kırmızı ve beyaz et talebinin de keza nüfus artış hızından daha fazla artacağı düÅŸünülmelidir. Dolayısıyla yalnızca insan nüfusunun artması deÄŸil, insanı besleyecek hayvan nüfusunun da hızlı bir artışı söz konusu olacak. Bu durumda nüfusu artan hayvanların beslenmesi için gerekli yiyecek talebi de artacaktır. Kısaca on yıl sonra bugüne göre %13’den fazla insanı ve % 20 daha fazla hayvanı, yirmi yıl sonra ise % 27 daha fazla insanı ve % 45 daha fazla hayvanı beslememiz gerekecek.

​

Dünya Nüfusunun Yıllar Ä°çindeki Artışı:

1830 Yılında dünya nüfusu bir milyara ulaÅŸtı. Sonrasındaki bir milyarlık artış için yüz yıl geçmesi gerekiyordu. DoÄŸal olarak sonraki yıllarda her bir milyarlık artış için geçen süre giderek kısaldı. Nihayet son 14 yıl içinde bu süre 7 yıllara kadar düÅŸtü. Önümüzdeki süreçte ise her on yılda dünya nüfusuna bir milyarlık yeni ilaveler olacağı öngörülüyor.

​

AÅŸağıdaki Grafiklerde ise bu nüfusun GeliÅŸmiÅŸ ve geliÅŸmemiÅŸ bölgelere göre dağılımlarını göreceksiniz.

Açıkça görüleceÄŸi üzere önümüzdeki yirmi yıl içinde ilave olacak nüfusun hemen tamamı Az GeliÅŸmiÅŸ Bölgelerde olacaktır. 

 

Nüfustaki bu artışa Gelirlerine göre gruplandırılmış ülkeler bazında da bakalım.

Nüfus artışlarının GeliÅŸmiÅŸ Ülkeler dışında kalan Az GeliÅŸmiÅŸ veya GeliÅŸmekte Olan Ülkelerde hızlanarak artacağını açıkça görüyoruz. Bu durum ise açlık ve susuzluk olgusunun çok daha ağır yaÅŸanacağını net olarak ortaya koymaktadır. 

​

TÜRKÄ°YE’NÄ°N NÜFUSU

Åžimdi bir de Türkiye’nin nüfusuna bakalım.

GörüldüÄŸü üzere ülkemizin nüfusu da son 60 yılda 3 kat artmış, özellikle son dönemlerde her yıl 1 milyon kiÅŸi nüfusumuza eklenmiÅŸ ve eklenmektedir. Bu artış hızı ile birlikte nüfusumuz 2030’da 92, 2040’da ise 100 milyonu geçecektir.

 

TARIM ALANLARI

Tüm bu artışların beslenme ihtiyaçlarına yanıt verilebilmesi için tarımsal üretimin bütün dünyada yıllar ilerledikçe arttırılması bir zorunluluk. Önümüzdeki 20 yıl içinde tarımsal üretimin bugüne göre %40’dan fazla artması gerekecek. Üretim artışı teknolojik geliÅŸmelerden hareketle saÄŸlanabiliyor olsa bile, tarımsal üretimin çok büyük bir bölümü hala kuru tarım olarak adlandırılan alanlarda gerçekleÅŸtiriliyor.  Kuru tarım ise, doÄŸadaki yağışlara baÄŸlı olarak yapılan tarım. Bu durumda doÄŸanın son on bin yılda ulaÅŸtığı denge durumunun korunması çok önemli. Oysa son yıllardaki veriler dünya genelinde tarımsal alanların giderek azaldığını ortaya koymaktadır. Azalmanın gerekçelerinden biri sanayileÅŸmenin artması ve buna baÄŸlı ÅŸehirlere göçün yarattığı kentleÅŸme olgusu. Yani tarım arazilerinin hızla yapılaÅŸmaya açılarak kaybedilmesi bir tarafta, tarımda çalışan nüfusun azalması diÄŸer tarafta kentleÅŸme olgusunun sonuçlarıdır. Ancak asıl kayıp su sıkıntısı ve kuraklık nedeni ile ortaya çıkmaktadır. Ve bu durum gelecek yıllarda hızlanarak artacaktır.

 

Tarım Arazilerinin Yıllar Ä°çindeki Ölçüleri:

Yukarıdaki grafikte yıllar içinde ekilebilir tarım arazilerinin toplam artışı gösterilmektedir. Son iki tarihe baktığımızda 1950 ile 2015 yılları arasında ekilen arazi miktarı yalnızca %9,78 artarken, daha önce verdiÄŸimiz nüfus artış grafiÄŸinde ise aynı yıllar arasında sayımızın yaklaşık üç kat arttığını görüyoruz. Görünen; ekilebilir tarım arazisi artmıyor, hatta son yıllarda azalıyor.  Ancak nüfus artışı durdurulamıyor. Soru: Nereye kadar?

 

Nüfus artışının tek etkisi yiyecek talebini arttırması deÄŸil. Besin tedarikinin saÄŸlanmasından bağımsız olarak, artan nüfusa kendi geçimini saÄŸlayacak gelirin de yaratılması gerekir. Kapitalizm ne yazık ki kendi iÅŸleyiÅŸ sistematiÄŸinden kaynaklı sorunsalından ötürü bu kadar hızlı artan nüfusa gelir saÄŸlayacak koÅŸulları yaratacak durumda deÄŸil. Bu gelirin saÄŸlanacağı alanlardan biri de tarım sektörü. Ve bir yanda tarım alanları daralırken diÄŸer yanda tarım sektöründe çalışan nüfus sürekli azalıyor.

 

TÜRKÄ°YE’DE TARIM ALANLARI

AÅŸağıdaki grafikte Türkiye’deki tarım alanlarının yıllar içindeki deÄŸiÅŸimleri görünmektedir.

1950 yılında 15,5 milyon hektar olan tarım alanlarımız yıllar içinde artarak 1960 yılında 23 milyonun, 1970 yılında 27 milyonun üzerine çıkmış ve 1979 yılında 28,7 milyon hektar ile en yüksek düzeye ulaÅŸmıştır. Ancak, o tarihten sonra sürekli azalmaya baÅŸlayan tarım arazilerimiz 1990 yılında 27,9 milyon hektara, 2000 yılında 26,4 ve 2010’da 24,4 milyon hektara gerilemiÅŸtir. 2018 Yılı sonuna geldiÄŸimizde ise 2010 yılına göre kaybolan tarım alanı yaklaşık 5 milyon hektardır. Bu rakamın ne demek olduÄŸunu anlatabilmek için iki farklı örnek verelim: Kaybolan bu alan Avrupa’daki bazı ülkelerin yüzölçümlerinden büyüktür. Geride bıraktığımız 2018 yılı sonu itibariyle 126 milyon nüfusa sahip Japonya’nın toplam tarım alanı 5,6 milyon hektardır. Sanırız yeterince çarpıcı örnekler.

​

Tarımsal alanları salt ekim yapılan alanlar olarak görmemek gerekir. Bu alanların büyük bir çoÄŸunluÄŸu meralardan oluÅŸmaktadır. Yanı sıra çok büyük bir bölümünün kuru tarım yapılan araziler olması nedeni ile su toplayabilmeleri için bir bölümünün nadasa bırakılması gerekir ki, bu rakam da yine 5 milyon hektarın üzerindedir.     

 

Sonuç olarak bu bölümde ortaya koymaya çalıştığımız; dünyada bu alanda yaÅŸanan geliÅŸmelere paralel olarak ülkemizde de tarım yapılabilir arazilerimiz yıldan yıla küçülüyor. DiÄŸer yandan nüfusumuz hızla yükseliyor.

 

Konunun bir diÄŸer boyutu ise insanoÄŸlunun ihtiyacı olan tarımın küresel ısınmadaki payı veya etkisi.

Sera gazı emisyonlarının ana kaynağı olarak fosil yakıt tüketimini göstermiÅŸtik. Evet, bu doÄŸru. Ancak bir çeliÅŸki gibi görünse de tarım da kendi faaliyet alanı içinde bir sera gazı kaynağıdır. Tarımın neden olduÄŸu orman alanlarının yok edilmesi atmosfere salınan karbondioksitin emilme ve absorbe edilmesini engeller. Hayvancılığın doÄŸal sonucu olarak üretilen biokütlenin yakılması ile yine ciddi miktarda karbondioksit atmosfere salınmaktadır. DiÄŸer yandan özellikle hayvancılıkta ortaya çıkan metan gazı güçlü bir sera gazıdır ve dünyadaki toplam metan emisyonunun neredeyse dörtte birine kaynaklık eder. Bütün bunları topladığımızda tarımın tüm metan emisyonlarının en az yarısının sorumlusu olduÄŸunu söyleyebiliriz. Metanın özelliÄŸi ise atmosferdeki ısınma sorununa karbon dioksitten hemen hemen 20 kat daha etkili olmasını gösterebiliriz. Burada anlatmaya çalıştığımız ise; sera gazları içindeki metan emisyonlarının ısınmaya olan etkisinin diÄŸer emisyonlardan 20 kat daha fazla olması, ancak diÄŸer yandan dünyanın artan nüfusunu doyurmak içinde daha fazla tarım yapma gerekliliÄŸi. Anlamamız gereken doÄŸanın bir dengesi var ve bu denge herhangi bir oluÅŸumun artışını sınırsız kılmıyor. DoÄŸanın kendisini yeniden üretmesi için gerekli olan denge her ne ise bu dengeyi korumak zorundasınız. Ne tarımı sınırsız ne de nüfusu hoyratça arttırabilirsiniz. Oysa içinde yaÅŸadığımız kapitalist sistemin, varlığını sürdürebilmesi için kendisini yeniden üretmesi gerekir. Bu ihtiyacı ise kendisini sürekli büyüterek gerçekleÅŸtirmeye çalışıyor. Bu da onun kendi varoluÅŸsal sorunu. Ancak, gerçek yaÅŸamda, yani doÄŸada bunun karşılığı yok. Ä°ÅŸte bu nedenle hızla sona doÄŸru yol alıyoruz.  

 

KENTSEL VE ENDÜSTRÄ°YEL SU TALEBÄ°

Hem ülkemizde ve hem de tüm dünyada kentleÅŸme olgusunun hızla artması ile birlikte hem kentsel ve hem de bu olgunun dayandığı sanayileÅŸmenin artması nedeni ile endüstriyel su talebi hızla artmaktadır. Bir yandan hızlı nüfus artışı diÄŸer yandan insanların en temel hakkı olan saÄŸlıklı suya eriÅŸim talebi,  bu alanlarda kullanılan suyun yıllar içinde hızla artması sonucunu doÄŸurmuÅŸ ve bu talep bugünden sonraki ilave nüfus artışına baÄŸlı olarak da artmaya devam edecektir.

 

BirleÅŸmiÅŸ Milletler verilerine göre 2017 yılında dünyada toplam 3,9 milyar insan kentlerde yaÅŸamaktadır. Bu da toplam nüfusun %55’ini oluÅŸturuyor. Ancak, yıllar içinde artacak olan bu oran 2040 yılında %60’ın üzerine çıkacaktır. Bu durumda toplam kentsel nüfus yaklaşık 6 milyar olacak. Yani 2017 yılına göre 2 milyar daha fazla insan için ÅŸehirlerde yer açmak ve onlara su bulmak zorundayız.      

ENERJÄ°

Buharın sanayide bir güç olarak kullanılmaya baÅŸlanması ile birlikte Sanayi devrimini (Endüstri 1.0) baÅŸlattık ve onu elde etmek için yaktığımız kömür bir enerji kaynağı olarak kullanılmaya baÅŸlandı. Ä°lerleyen yıllarda kömüre önce petrolü yakın zamanlarda da doÄŸal gazı ekledik. Dolayısıyla kömür, petrol ve doÄŸal gaz birlikte enerji kaynaklarımızın %80’inden fazlasını oluÅŸturmuÅŸ oldu.  Yeryüzündeki ısınmanın ve buna baÄŸlı iklim deÄŸiÅŸikliÄŸinin nedeni ise iÅŸte bu fosil kaynakların giderek artan biçimde kullanılarak atmosfere saldığımız emisyonlar olduÄŸunu biliyoruz. O halde enerji tüketimi ve emisyonlar ile küresel ısınmanın iliÅŸkisine tam da bu noktada bakabiliriz.

Yukarıdaki grafikte KiÅŸi Başı Enerji Tüketiminin özellikle son yirmi beÅŸ yılda hızlanarak arttığını ve buna baÄŸlı olarak CO2 emisyonlarının da ona paralel arttığını görmekteyiz.

 

AÅŸağıdaki grafik yıllar içinde atmosferdeki CO2 seviyesinin geldiÄŸi yeri göstermektedir.

GeçmiÅŸ yüz binlerce yıllık dönemlerde atmosferdeki CO2 emisyonunun yaklaşık 150 ppm ile en yüksek 300 ppm arasında olduÄŸunu ve bu artış ve azalışların buzul çaÄŸlarına giriÅŸ ve çıkış dönemleri içinde gerçekleÅŸtiÄŸini görüyoruz. 1950 Yılında ilk kez 300 ppm’in üzerine çıkan CO2 emisyonu o tarihten bu yana yani son 70 yıldır dünya tarihinde hiç görülmemiÅŸ seviyeye geldi.

Ve bu oluÅŸum dünyanın atmosferindeki sıcaklığın artmasına neden olmaktadır. Dünyadaki ortalama sıcaklık 1970’den sonra hızla artmaya baÅŸlamış ve 2019 yılında 0,92 santigrat dereceye ulaÅŸmıştır. Unutulmamalıdır ki, bu arış ortalama artıştır. Bu ortalamaya gelmesi için dünyanın bazı bölgelerindeki ortalama ısı artışları 5-7 ve hatta bazı bölgelerde 10-15 derecelere varmaktadır. Asıl felaketlerin yaÅŸanacakları yerlerde iÅŸte tam buraları olacaktır. 

 

2010 Yılında Dünya birincil enerji tüketimi 12 milyar TEP. (TEP=Ton EÅŸdeÄŸer Petrol) 2030 Yılında ise bu rakamın 16,5 milyar TEP’e çıkacağı öngörülüyor. 2010 Yılında tüketilen enerji için kullanılan fosil yakıtlar, toplam miktarın %86’sı. Yani 10,36 milyar TEP enerji kaynağı fosil. Buna karşılık 2030 Yılında toplam enerjinin %81’inin fosil yakıtlardan elde edileceÄŸi öngörülüyor. Karşılığı ise yaklaşık 13,4 milyar TEP. Sonuç olarak önümüzdeki yaklaşık on yılın sonu itibariyle bugün kullandığımızdan %30 daha fazla fosil yakıt kullanacağız. Bu artış her yıl bir öncekinden daha fazla olarak gerçekleÅŸip sonunda %30 artışa kadar ulaÅŸacak. Bu artış ne getiriyor?

 

Öncelikle ÅŸunu söylemeliyiz: Atmosferdeki CO2 miktarı 350 ppm olmalı. Bu miktar güvenli seviye olarak görülüyor. Peki, gerçek rakamlar ne? 2012 Yılında bu rakam 396 ppm.  2018 Yılı Mart ayına gelindiÄŸinde 408,52 ppm’e, yalnızca bir yıl sonra Mart 2019’da ise 411,04 ppm’e çıktı. Bir yılda 2,5 ppm artış. Bu trend devam ettiÄŸinde (eÄŸer artmadan devam ederse) 2030 yılına geldiÄŸimizde 440 ppm’in, 2040 yılına geldiÄŸimizde ise 465 ppm’in üzerine çıkmış olacağız. Güvenli seviye olarak ortaya konan 350 ppm yalnızca 61 ppm aşıldığında, yani bugün, neler olduÄŸuna bakıp, 115 ppm, yani %30 oranında aÅŸtığında neler olabileceÄŸini bulmaya çalışalım.

 

Kuzey kutup bölgesinde son on beÅŸ yıl içinde her yıl yaklaşık 300 milyar ton buz erirken bu rakam güney kutbunda yaklaşık 130 milyar ton. Ancak güney kutbundaki bu erime ile ilgili önemli bir veri; bu erimenin özellikle son on yılda üç kat arttığını gösteriyor. Buzulların erimesi elbette yalnızca kutuplarda deÄŸil, Avrupa’da Alp DaÄŸları, Amerika’da And DaÄŸları, Alaska, Asya’da Himalayalar ve Afrika kıtasında var olan tüm buzullar eriyip hızla küçülüyorlar. Ayrıca özellikle Kuzey yarıkürede bahar aylarındaki kar örtüsü de ortadan kalkmaya baÅŸladı. Kışın yaÄŸan kar miktarı azalırken yaÄŸan kar da bahardan önce eriyip yok oluyor. Bahar aylarındaki hatta yazın başında bile daÄŸların yüksek yerlerinde var olan kar doÄŸanın su rezervidir. Ve bu su Bahar ayları boyunca, yazın ilk günlerine kadar yavaÅŸ yavaÅŸ eriyerek doÄŸanın ihtiyacı olan suyu kendi akış yolunda temin ederek onun canlı kalmasını saÄŸlar. Erken eriyen kar ise yaz hatta bahar ayları boyunca bile doÄŸanın su ihtiyacını yeterince karşılayamama sonucunu oluÅŸturacak ki, bu da kuraklığın bir baÅŸka gerekçesi olarak nedenlere eklenecektir. 

 

DÜNYADAKÄ° SU MÄ°KTARI

Çalışmamızın bu bölümüne kadar nüfusumuzun çok hızlı ve sürekli arttığını, bu nüfusun kendi ihtiyacı için hayvan nüfusunu da arttıracağından söz ettik. Birer canlı olarak hem insan nüfusu ve hem hayvan nüfusunun tatlı suya gereksinimi olduÄŸunu vurguladık. Ayrıca bu canlıların besine ihtiyacı olduÄŸunu ve mutlaka tarımsal üretimin artması gerektiÄŸinden söz edip bu artış talebinin de ilave suya ihtiyacı olacağını anlattık. Peki! Dünyadaki su miktarı tüm bu talebe yanıt verebilecek kadar çok mu?

 

Dünyadaki su miktarı çok fazla. Hatta bize okullarda öÄŸretilen; dünyanın %75’inin su ile kaplı olduÄŸu bilgisidir. Evet, bu doÄŸru. Ancak bu suyun yalnızca %2,5’’u tatlı su. Bitmedi; bu suyun çok büyük bir bölümü de kutuplardaki buzullarda birikmiÅŸ durumda. Ve ÅŸimdi onlarda eriyip deniz suyuna karışıyor. Yani yeryüzündeki denizler dışında yaÅŸayan tüm canlıların, bitki, hayvan ve insanların ihtiyacını karşılayan su, toplam suyun %1’inden az. Bitmedi; bu %1’den az olan tatlı suyun da %30’u yeraltı suyu. Ä°rkildik mi?

 

Bir bilgi daha! Karasal canlılar olarak kullandığımız suyun miktarı artmıyor. Çünkü doÄŸada su kendi içindeki döngüye baÄŸlı olarak hep aynı miktarda. Ve son bilgi; kullanılabilir suyun dünyadaki dağılımı eÅŸit deÄŸil. CoÄŸrafyadan coÄŸrafyaya deÄŸiÅŸen ölçülerde ciddi farklılıklar gösteriyor ve bu farklılıklar da kalıcı deÄŸil. Yani son birkaç yüz veya bin yılda su zengini sayılabilecek coÄŸrafyalar su yoksulu coÄŸrafyalara dönüÅŸebilir ve dönüÅŸüyor da. 

 

Su ile ilgili bu çarpıcı verileri paylaÅŸtıktan sonra, gelelim suyun coÄŸrafyalar arasındaki farklılaÅŸmalarına. . .

 

Gerçekte doÄŸal su miktarları bulundukları yer ve zamana baÄŸlı olarak yağışlardan doÄŸrudan etkilenerek deÄŸiÅŸkenlik gösterirler. Ancak, iklim deÄŸiÅŸikliÄŸi sonucu ortaya çıkan yağış rejimindeki deÄŸiÅŸiklikler su kaynakları için çok önemli sonuçlar doÄŸurmaktadır. Bu durum ise hem su kaynaklarının taşıdığı su miktarını hem de kaynakların bizzat varlığını etkilemektedir. Buradaki olumsuzluk yalnızca daha az yağış düÅŸmesi deÄŸil, günlük, aylık, mevsimlik, yıllık dönemlerde yağışların dağılımı, miktarları ve sıklığında ortaya çıkan deÄŸiÅŸkenliklerdir.

​

Suyun dünyadaki dağılımını genel hatları ile aÅŸağıdaki grafikte görebiliriz.

Kaynak: UN World Water Dev. Report 2003

                                            

Sıcaklık artışının doÄŸal sonucu buharlaÅŸmanın artmasıdır. Bu ise bir yandan akarsular ve göllerdeki suyun daha fazla buharlaÅŸarak eksilmesine yol açarken, diÄŸer yandan toprağın nem seviyesini düÅŸürerek önce verimliliÄŸini azaltıp hemen ardından da çok kısa süre içinde kurutarak çölleÅŸmesi sonucunu doÄŸuracaktır. 

Tam bu noktada ülkemizdeki yağışların ve hemen ardından da su kaynaklarının miktarlarına göz atalım.

 

SU KAYNAKLARI  POTANSÄ°YELÄ°

 

Türkiye’nin yüzölçümü             783.577   km2

Yıllık ortalama yağış                       643   mm/yıl

 

Yıllık yağış miktarı                          501   milyar m 3

BuharlaÅŸma                                   274   milyar m 3

Yer altına sızma                               41   milyar m 3

 

Yüzey Suyu

Yıllık yüzey akışı                            186   milyar m 3

Kullanılabilir yüzey suyu                   98   milyar m 3 

 

Yer Altı Suyu

Yıllık çekilebilir su miktarı                 14   milyar m 3 

Toplam Kullanılabilir Su (net)    112   milyar m 3

 

GeliÅŸme Durumu

DSÄ° Sulamalarında Kullanılan            32   milyar m 3 

Ä°çme suyunda Kullanılan                    7    milyar m 3 

Sanayide Kullanılan                           5    milyar m 3 

Toplam Kullanılan Su                       44    milyar m 3 


Su varlığına göre ülkeler aÅŸağıdaki ÅŸekilde sınıflandırılmaktadır:
Su FakirliÄŸi: Yılda kiÅŸi başına düÅŸen kullanılabilir su miktarı 1.000 m3’ten daha az.
Su Azlığı: Yılda kiÅŸi başına düÅŸen kullanılabilir su miktarı 2.000 m3’ten daha az.                     

Su ZenginliÄŸi: Yılda kiÅŸi başına düÅŸen kullanılabilir su miktarı 8.000-10.000 m3’ten daha fazla.”                    

Kaynak: www.dsi.gov.tr

 

Türkiye kiÅŸi başı 1,519 m3 kullanılabilir su miktarı ile ‘Su Azlığı Çeken Ülkeler’ grubuna girmektedir.

YaÅŸamakta olduÄŸumuz iklim deÄŸiÅŸikliÄŸinin ülkemizde en çok etkilediÄŸi ve giderek artan miktarlarda etkileyeceÄŸi yerler öncelikli olarak Orta Anadolu, DoÄŸu Anadolu’nun büyük bir bölümü ve bütün bir GüneydoÄŸu Anadolu bölgesidir. Buraları düÅŸünülenden de hızlı bir zaman dilimi içinde çölleÅŸmenin yaÅŸanacağı çok geniÅŸ bölgeler olacaktır.

Ülkemizde tüketilen suyun %74’ü tarım amaçlı, %11’i sanayi ve %15’i de kentsel amaçlı tüketilmektedir.

 

Ä°KLÄ°M DEĞİŞİKLİĞİ, AKDENÄ°Z VE TÜRKÄ°YE

Türkiye 36-42 derece kuzey enlemleri arasında bulunmaktadır. Bu bilgiyi neden paylaÅŸtık? Ä°klim deÄŸiÅŸikliÄŸinden kaynaklı en önemli etki dünyanın 30 derece enlemi civarındaki, yüksek basınç bandının ortalama sıcaklık artışlarına baÄŸlı olarak daha kuzeye, yani Türkiye ve beraberinde Akdeniz Bölgesine doÄŸru kaymasıdır. Bu ne demektir?

​

GüneÅŸten gelen enerjinin dünyanın her bölgesine eÅŸit olarak dağılmadığını biliyoruz. GüneÅŸ ışınlarını daha uzun süre ve doÄŸrudan alan ekvator bölgesi çok fazla, buna karşılık kutuplar bölgesi ise daha eÄŸik ve dolayısıyla daha az enerji almaktadır. Bu durumda ekvatorda daha çok ısınan hava yükselir ve burada bir alçak basınç alanı oluÅŸur. SoÄŸuyan hava ise dünyanın daha soÄŸuk bölgelerinde, örneÄŸin kutuplarda aÅŸağıya doÄŸru çöker ve yüksek basınç bölgeleri oluÅŸturur. Yükselen sıcak hava soÄŸuk olan kutuplara doÄŸru harekete geçer. Ancak dünyanın dönüÅŸ hızına baÄŸlı olarak kutup bölgelerine varmadan hem kuzey ve hem de güney yarı kürede 30 derece enlem civarlarında çöker ve bu aralarda yüksek basınç bandı oluÅŸturur. Yüksek basınç bandının en önemli etkisi ise yarattığı kuraklıklardır. Bugün dünyanın en büyük çöllerinin hem kuzey ve hem de güney yarı kürede tam da bu yüksek basınç bantlarında olduÄŸunu görürüz.  Dolayısıyla önceki paragrafta belirttiÄŸimiz yüksek basınç bandının bugüne kadarki yerinden kuzey yarı kürede daha kuzeye kayması, yani içinde Türkiye’nin de bulunduÄŸu Akdeniz çanağına doÄŸru yer deÄŸiÅŸtirmesi beraberinde hızlı bir ÅŸekilde kuraklığı getirecektir, hatta ÅŸu ana kadar çok da farkında olmasak bile, getirmektedir.

 

Ä°KLÄ°M DEĞİŞİKLİĞİNÄ°N TOPLUMSAL YAÅžAM ÜZERÄ°NDEKÄ° OLASI ETKÄ°LERÄ°

Ä°klim deÄŸiÅŸikliÄŸi ile ilgili yapılan hemen tüm çalışmalarda konunun gelecek etkileri doÄŸada ortaya çıkan ve çıkacak sonuçlarla, bunların hangi coÄŸrafyalarda ve hangi ölçülerde olacağı ile ilgili. Peki; doÄŸada ve dolayısıyla bazı coÄŸrafyalarda olumsuz olarak ortaya çıkacak bu deÄŸiÅŸikliklerin öncelikle o bölgelerde yaÅŸayan insanların yaÅŸamına etkileri ne olacak ve o insanlar bu etkilere karşı nasıl tepkiler geliÅŸtirecekler? Konunun asıl önemli yanı bu. Ancak, bu konuda gerçek anlamda neler olabileceÄŸi ve bunların etkilerinin ne olacağına iliÅŸkin ciddi hemen hiçbir çalışma yok. Olanların da bu güne dek sesi yeterince yüksek çıkmadı. Oysa asıl konu bizce bu. Bu nedenle bu çalışmayı konunun asıl bam teline hızlıca vurarak çok ses getirmesi ve bizden önce konuya eÄŸilen az sayıdaki çalışmalarla birlikte bizden sonra da iklim deÄŸiÅŸikliÄŸinin gelecekte sosyal yaÅŸam üzerinde ve toplumsal hareketlenmelerde ortaya çıkaracağı etkilerin neler olacağına iliÅŸkin doÄŸru zamanları ile birlikte doÄŸru modellemelerinin ortaya konmasını umuyoruz.

 

SURÄ°YE

Aslında, iklim deÄŸiÅŸikliÄŸi ve yarattığı sonuçları açık ve net ortaya koyabilecek çok acı bir örneÄŸi yaklaşık son on yıldır bizzat yaÅŸayarak görüyoruz. Ä°klim deÄŸiÅŸikliÄŸinin neden olduÄŸu hızlı su kaybı ve sonucu olan kuraklık bir topluma neler yaÅŸatıyor ve söz konusu toplumu ne hale getiriyor. .  Bunun örneÄŸini Suriye de gördük ve görüyoruz. Suriye’nin yıllardır yaÅŸadıkları ve halen yaÅŸamaya devam ettiÄŸi ne yazık ki, kendi bağımsızlığını da yitirdiÄŸi, bundan sonra yaÅŸayacakları da kökeninde iklim deÄŸiÅŸikliÄŸinin yarattığı sonuçlardır.

​

Suriye; M.Ö 8000 yıllarından baÅŸlayarak ilk yerleÅŸik tarımın yapıla geldiÄŸi ve bu nedenle ilk kez Amerikalı arkeolog James N. Breasted tarafından Bereketli Hilal olarak da adlandırılan Mezopotamya bölgesinin içinde kalan bir ülke. En azından topraklarının bir bölümü bu bölgenin içinde yer alıyor. Binlerce yıldır tarım yapılan bu ülke 2006 yılından baÅŸlayarak ÅŸiddetli bir kuraklıkla karşı karşıya kalıyor.

​

Burada Suriye ile ilgili birkaç bilgiyi ve bahse konu dönemde neler olduÄŸuna iliÅŸkin rakamları paylaÅŸalım.

Suriye nüfusu çok hızlı artan bir nüfus. 1970 Yılında yaklaşık 6,4 milyon olan Suriye, on yıl sonra 1980 yılına kadar %40 artarak 9,0 milyona çıkmış. 1990 Yılına geldiÄŸinde yine %30’dan fazla artış göstererek 12,5 milyona ulaÅŸmış. 90’lı yıllardaki nüfus artış hızı da aynen devam etmiÅŸ ve 2000 yılına geldiÄŸinde 16,5 milyon olmuÅŸ. Kuraklığın baÅŸladığı yıl 19 milyona yaklaÅŸan nüfus, yıllık yaklaşık %4 gibi ilginç bir artış hızı ile 2010 yılında 21,5 milyonu geçmiÅŸ. Bu arada Suriye, Irak iÅŸgali sonrası ortaya çıkan güçlü bir dış göçün de yıkıcı etkilerini eÅŸ zamanlı olarak kendi ÅŸehirlerinde yaÅŸamaktadır. Bir yanda Suriye gibi bir ülkenin böylesi hızlı bir nüfus artışını karşılayamayacağı gerçeÄŸi, diÄŸer yanda 2006 yılında baÅŸlayan ve sonrasındaki yıllarda da devam eden kuraklık nedeniyle tarımsal üretiminin %75, hayvan varlığının ise %85’i gibi çok büyük bir oranını kaybetmiÅŸ kitleler. BM’in yayınladığı rapora göre 2009 yılında 800 binden fazla Suriyeli tarımdan saÄŸladığı geliri tümüyle kaybetmiÅŸti. 2011 Yılına gelindiÄŸinde ise kuraklık nedeni ile açlık tehlikesi altında kalan Suriyeli sayısı bir milyonu geçmiÅŸti. Aşırı yoksullukla boÄŸuÅŸan kiÅŸi sayısı ise 3 milyona yaklaÅŸmıştı. 

​

Bu insanların büyük bir bölümü deyim yerinde ise can havliyle kentlere doluÅŸtu ve ciddi bölümü açlıkla karşı karşıya, yine önemli bir oranı da aşırı yoksulluk altında yaÅŸamaya mahkûm oldu. Uzun süre devam edemeyecek bir ortam. Kuraklığın baÅŸladığı yıllarda ve ülkeyi üst üste vurduÄŸu 6 yıl içinde de ne yazık ki Suriye yönetimi iklim deÄŸiÅŸikliÄŸinin de, açık açık yaÅŸamakta oldukları etkilerinin de farkında olmaksızın yalnızca seyretti. Ülkenin altından kalkamayacağı nüfus artışı, kontrol altında tutulamayan dış göç ve tarımsal üretimin sekteye uÄŸraması sonucu yaÅŸanan iç göç toplumu çok kısa sürede içerden çökerten bileÅŸenlerdir. Ve hiçbir toplum, çok zengin olsa bile bu çöküÅŸü engelleyemez. Suriye’deki muhalefetin ilk baÅŸladığı ve taban bulduÄŸu toplumsal kesimin büyük oranda kırsal kesim ve kırsal kesimden göç etmiÅŸ insanlar arasından olması, iklim deÄŸiÅŸikliÄŸi olgusu ve onun sonuçlarının neler üretebileceÄŸine örnek oluÅŸturması açısından önemlidir.

 

NÜFUS ve GÖÇLER

Önümüzdeki yirmi yılın sonunda insanlık kendi tarihinin en kalabalık nüfus seviyesine gelecektir. YaÅŸamaya baÅŸladığımız iklim deÄŸiÅŸikliÄŸinin dünyayı deÄŸiÅŸtirmekte olan sonuçları ile birlikte düÅŸünüldüÄŸünde milyarlarca insan açlık ve susuzlukla karşı karşıya kalacak. Bu insanların içine düÅŸtükleri duruma karşı tepkileri ortaya çıkacaktır. Ä°lk ve en yaygın tepki GÖÇ olacaktır. Milyarlarca insan yaÅŸamak için bulundukları yerleri terk ederek suya ve gıdaya ulaÅŸabileceklerini düÅŸündükleri kendi ülkelerinin içindeki kentlere doÄŸru kitleler halinde akmaya baÅŸlayacaklar. Bu akış tarımsal yaÅŸam alanlarındaki dengeler bozulduktan sonra kentsel yaÅŸam alanlarındaki dengeleri de gıda zincirinden baÅŸlayarak bozacaktır. Yukarıda Suriye’den söz ettik. Onların yaÅŸadıkları kendilerine özgü bir olay deÄŸil. Dünyanın her yerinde ve tüm zamanlarda yaÅŸanan ve bundan sonra aynı koÅŸulların ortaya çıktığı her yerde ve zamanda yaÅŸanacak olanlardır.

 

Gerçekte yalnızca son on yılda bu alanda yaÅŸananlara bakarak neler olduÄŸunu ve elbette yakın gelecekte neler olacağını da görme olanağımız var. BirleÅŸmiÅŸ Milletler örgütünün (UNDP) yayınladığı raporda 2008 ile 2018 arasındaki on yıl içinde iklim deÄŸiÅŸikliÄŸinin neden olduÄŸu göç sonucu 265 milyon kiÅŸinin yaÅŸadığı yerleri terk ettiÄŸi bilgisi var. 2017 Yılında yalnızca Güney DoÄŸu Asya’da meydana gelen iklim deÄŸiÅŸikliÄŸine baÄŸlı doÄŸal felaketler sonucu 10 milyon insan göç etmek zorunda kalmış.

 

Özellikle son yıllarda ABD BaÅŸkanı Donald Trump’ın Meksika’dan gelen göçmenlere karşı aşırıya varan tepkileri dünya basınında sıkça yer almaya baÅŸladı. Çok sayıda insan bu tepkilerin ırkçılık düzeyine eriÅŸtiÄŸini de dillendiriyor. Bizce de bu eleÅŸtiriler haklı. Peki; Meksika sınırına duvar örmeye kadar varan bu göçün gerçek nedeni ne? Tam olarak iklim deÄŸiÅŸikliÄŸi.

 

Meksika özellikle son elli yıldır dikkat çeken bir ısınma yaşıyor. Bu ısı artışının kuzeyde 4 santigrat dereceyi bulduÄŸu ölçümlendi. Daha güney kesimleri ise bu sıcaklığı 2 derece olarak gördü. Ülkenin büyük bir bölümü yüksek basınç sisteminin çöktüÄŸü 30 derece enlem kuÅŸağında yer alıyor. Yani kuraklığın zaten yoÄŸun yaÅŸandığı bölge. Ä°klim deÄŸiÅŸikliÄŸinin de ilk ve en yoÄŸun etkilediÄŸi bölge. Zaten kısıtlı olan yağışlar ve dolayısıyla su bu süreçte daha da azalarak yaÅŸamı daha da çekilmez hale getirmiÅŸ durumda. Kuzey Meksika’da yaÅŸayan insanlar kendi ülkelerinde ÅŸehirlere doÄŸru gitmek yerine Amerika’ya göç etmeyi daha anlamlı buluyorlar. ABD topraklarına geçebilenler aslında yaÅŸamlarını tam olarak düzene sokamıyorlar. Genellikle niteliksiz iÅŸleri çok ucuza ve çok ağır ÅŸartlarda yapmaya çalışarak orada tutunmaya çabalıyorlar. Ancak, böylesi bir yaÅŸam bile onların kendi ülkelerindeki koÅŸullardan daha fazla tercih ettikleri bir durum. BirçoÄŸu dil bilmeyen ve öÄŸrenemeyen, eÄŸitim alamayan son derece yoksul ve insan onuruna uygun olmayan yaÅŸam koÅŸullarında hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. DiÄŸer taraf ABD yönetimi ise, bu göçün kendi yaÅŸam biçimlerini tehdit ettiÄŸini düÅŸünüyor. Ve ABD kamuoyunda buna destek veren çok geniÅŸ bir taban da mevcut.

 

BaÅŸkent Mexico City, yıllar önce Aztek’ler tarafından göller bölgesinde kurulmuÅŸ olması nedeniyle su zengini bir çevrede bulunuyordu. Ancak, bugün yoÄŸun iç göçle birlikte gayrı resmi olarak 20 milyona varan nüfusunun su ihtiyacını gideremeyecek durumda. Åžehrin özellikle yoksul kesimleri haftada yalnızca iki gün su alabiliyor. Åžehir kullandığı suyun % 40’ından fazlasını uzak (30 km) yerlerden taşıyor. (Bu durum ülkemizde de Ä°stanbul ve Ankara gibi ÅŸehirlerde benzer.) Bu hatlar inÅŸa edilirken sorun çözülecek gibi düÅŸünülüyordu. Hatta çok uzun yıllar su ihtiyacını karşılayacağı hesaplanmıştı. Ancak, ÅŸehir devasa nüfusu ve alt yapısındaki yanlışlık ve yetersizliÄŸin de katkısı ile ağır bir susuzluk sorunu yaşıyor. Hem Mexico City ve hem de ülke ekonomisi bir türlü kendine gelemiyor. YaÅŸadığı ekonomik kriz ise altından kalkılamayacak noktalara doÄŸru gidiyor.

 

Mexico City’nin yaÅŸadığına benzer olguları Güney Afrika’da Cape Town’da yaşıyor. Ve gerekçe aynı. Ä°klim deÄŸiÅŸikliÄŸi. Peki Cape Town nerede? 33 derece Güney enleminde.

 

Lütfen tam bu noktada son 1-2 yıldır dünyada ekonomisi en kötü olan veya en kötüye giden ülkelerin hangileri olduÄŸuna bir bakın.

 

Meksika yıllar içinde giderek artan kuraklıkla mücadele etti. Tıpkı Suriye gibi. Özellikle 2011 yılında kuraklık en üst noktaya çıktı ve 2 milyona yakın büyükbaÅŸ hayvan açlık ve susuzluktan öldü. 200,000 hektar alanda ekinler kurudu. Yüz binlerce insan yaÅŸadıkları yerleri terk ederek büyük ÅŸehirlere ve bir bölümü de ABD’ye göç etmeye çalıştı. Yapılan hesaplamalar Meksika’nın 2030 yılına kadar tarım yapabildiÄŸi topraklarının %70’ini kaybedebileceÄŸini ortaya koyuyor. Hatta bir kısım senaryolar 2050’den sonra tarım yapılabilecek arazilerin tamamının yok olacağını öngörüyor. Peki, Meksikalılar ne yapacak? Elbette yaÅŸayabileceklerini düÅŸündükleri yerlere göç edecekler. Nereye? Önemli bir bölümü belki ABD’ye. Ancak, ABD’nin güney eyaletleri de iklim deÄŸiÅŸikliÄŸinden zarar görecek öncelikli coÄŸrafyalardan biri. Bu durumda ÅŸiddetli çatışmalar ve ardından hepsi birlikte daha kuzeye göç. Domino etkisi. 

 

Açlığın felsefesi, ideolojisi, siyaseti, dini, mezhebi veya etnisitesi yoktur. Aç insan her kim olursa olsun aynı davranışları sergiler. Maslow ve onun ortaya koyduÄŸu ‘ihtiyaçlar hiyerarÅŸisi’. Konu bu kadar basit, bu denli temel.  

 

Özetle:

20 Yıl içinde dünya nüfusu 9,5 milyar olacak

Bu nüfus artışı beraberinde tarımsal üretimin %40 veya daha fazla artışını talep edecek

Yine bu nüfus artışı kentleÅŸmeyi ve sanayinin yaygınlaÅŸmasını arttıracak.

Tüm bu saydığımız talep artışları su gereksinimini en yüksek seviyeye getirecek.

Ayrıca yine tüm bunların karşılanabilmesi için enerji talebi de çok daha fazla oranlarda artacak.

Enerji talebini karşılayabilmek için daha çok fosil yakıt kullanacağız.

Daha çok fosil yakıt, daha çok CO2 emisyonu getirecek ve iklim deÄŸiÅŸikliÄŸi artarak devam edecek.

Ä°klim deÄŸiÅŸikliÄŸinin sonuçları kuraklık ve çölleÅŸme.

Ve 9,5 milyar insan için açlık ve susuzluk. Tarımsal yaÅŸam alanlarında kurulu düzenin ve dokunun bozulması. Gıda zincirinin bozulması. Ardından GÖÇ. Göç’ün yaratacağı sonuç kentsel dokunun bozulması. Kentsel yaÅŸam içinde kargaÅŸa ve çatışmalar. Artık varlığından söz edeceÄŸiniz bir toplumunuz yok.

Bu göç, çevre ülkelere de yayılmaya baÅŸladığında o ülkelerde de aynı bozulmalar yaÅŸanmaya baÅŸlanacaktır. Domino etkisi. Bu gelinen noktada ise uygarlık çöküyor demektir.

 

“Dünyanın iklimi, çoÄŸu bilimsel tahminleri aÅŸan bir oranda deÄŸiÅŸiyor. Bazı aileler ve topluluklar zaten felaketlerden ve iklim deÄŸiÅŸikliÄŸinin sonuçlarından acı çekmeye baÅŸlamış ve yeni bir baÅŸlangıç ​​arayışında evlerini terk etmek zorunda kalmıştır. ” (BirleÅŸmiÅŸ Milletler Mülteciler Yüksek KomiserliÄŸi)

​

Sonuç olarak; kontrol edilemeyen göçler kentlerin organizasyonunu ve dolayısıyla yapılanmalarını bozuyor. Böylece hem köylerin hem de kentlerin dokusu bozuluyor. Bozulan dokular yerel ve/veya merkezi yönetimler tarafından süratle tamir edilemiyor ve tüm toplum hızla bozulma, kargaÅŸa ve anarÅŸi ortamına dalıyor. Artık, toplum için 'son' gelmiÅŸtir. Tüm bu olgulara eÅŸ zamanlı ortaya çıkabilecek dış göçleri de dahil ederseniz, toplumunuzun bozulma sürecini kısaltmış olursunuz. Özellikle geliÅŸmekte olan ülkelerde gıda zincirinin bozulması toplumsal çöküÅŸü getirecektir.

​

Tarımsal alanlar toplumların yaÅŸamsal kaynaklarıdır. Hiçbir toplumun asla ikinci plana atamayacağı yaÅŸamsal kaynaklara eriÅŸim ve bu alanların yer aldığı coÄŸrafyanın gelecekteki ÅŸekillenmesini ve sahip olacağı olanakları göz önüne alarak yönetilmesi su, bitkisel ve hayvansal gıda üretimini sürdürülebilir kılacaktır. Tersi ise toplumları çökertecektir. Tüm bilimsel raporlar Ä°klim deÄŸiÅŸikliÄŸinden en çok etkilenecek bölgelerin başında Akdeniz havzasının geldiÄŸine iÅŸaret ediyor. Yapılan ölçümler ise, bu etkilerin uzunca bir süre öncesinden baÅŸladığını açık açık ortaya koyuyor. Hemen yanı başımızda Suriye, bunun etkilerini çok acı bir ÅŸekilde yaÅŸadı ve halen yaşıyor. Ancak, yaÅŸadıklarımız bize bu sorundan kaynaklanan etkileri yalnızca ilgili ülkenin deÄŸil, çevresindeki diÄŸer tüm toplumların da birlikte yaÅŸadığını gösteriyor. Dolayısıyla, Ä°klim DeÄŸiÅŸikliÄŸi yalnızca ilgili ülkeyi çökertmiyor, yanı başındaki diÄŸer ülkeleri de çöküÅŸün baÅŸlangıcına getiriyor. Uluslararası kuruluÅŸlar yüzyılın sonuna kadar bir milyar insanın sözü edilen nedenlerden ötürü göç edeceÄŸini öngörüyor. Ancak, bu öngörüye biz katılmıyoruz. Bu sayıda insanın göç etme talebi ve bu göçü baÅŸlatması için yüzyılın sonu çok uzun bir süreç. Biz çok daha yakında, yani 20 yıl içinde bu sayının yarısına yakın insanın göç etmeye baÅŸlamış olacağını düÅŸünüyoruz. Hatırlayalım: Suriye’de köylerden kentlere göç eden sayısı 3 milyonun biraz üzerinde idi. Ancak yarattığı sorun 8 milyon insanın Suriye dışında baÅŸka ülkelere göç etmesi veya etmeye çalışması sonucunu doÄŸurdu. Ve hemen bu noktada hatırlatalım. 300 milyonluk Avrupa BirliÄŸi ülkeleri bu rakamın ancak 1,5 milyonunu aldı. Daha fazlasının gelmemesi için de bir taraftan yeni anlaÅŸmalar yapıp, (Türkiye ile yapılan anlaÅŸma) diÄŸer taraftan rüÅŸvet dağıtmaya baÅŸladı. Yetmedi; Avrupa’nın göç gelebilecek karasal sınırlarına beton duvarlar örmeye baÅŸladılar. Yani bu ölçekte gerçekleÅŸebilecek göçlerin altından hiçbir toplum kalkamaz. Avrupa BirliÄŸi gibi dünyanın en zengin ülkelerinin oluÅŸturduÄŸu ve toplam nüfusu 300 milyonu aÅŸan bir birlik bile ancak 1,5 milyon göçmeni kendi yaÅŸam biçimlerini bozmayacak ve onları absorbe edebilecek miktar olarak gördüler. Yani tüm zenginliklerine raÄŸmen toplam nüfusları içinde %0,5 oranında bir sayı.  Konu insan hakları, yardımseverlik, iyi niyetli olmakla altından kalkılabilecek bir konu deÄŸil. Bilim, bilimsel çalışma, planlama ve bu planlar doÄŸrultusunda harekete geçmek gerekir.

​

Bu örnekten hareketle büyük kitlesel göçlerin çevre ülkelere yayıldığını yaÅŸayarak gördük. Bu ani nüfus artışı kısa süre içinde absorbe edilemiyor. Ve nihayet domino etkisi ile uygarlıklar tek tek yıkılmaya baÅŸlıyor. Tarihte olan buydu. Tunç Çağı tam da buna benzer bir sürecin sonunda yıkıldı. 3200 Yıl sonra yaÅŸanacak olan da bu gibi görünüyor. Bu sonuçları yaÅŸayıp yaÅŸamayacağımızı deÄŸil, onları nasıl engelleyeceÄŸimizi tartışmamız gerekiyor. Ä°nsanoÄŸlunun geldiÄŸi bilimsel ve teknolojik seviye iklim deÄŸiÅŸikliÄŸini de, dolayısıyla onun sonuçlarını da engelleyecek yeterlilikte. Ancak ne yazık ki bu bilim ve teknoloji kapitalizmin emri altında ve yalnızca ona hizmet ediyor. Uygarlığın çöküÅŸüne engel olamayacağının gerekçesi de tam olarak bu, yetersizliÄŸi deÄŸil.  

 

Aydın SÜZER

Temmuz 2019

Kaynak: asuzer.blogspot.com.tr "Ä°klim DeÄŸiÅŸikliÄŸi, Nüfus, Kuraklık ve Göçler")

bottom of page