top of page

Türkiye Yoğun Kuraklık Yaşıyor

2019 Yılında Başlayan 2020 Yılı İkinci Yarısında Hızlanan Kuraklık Türkiye'yi Çok Ciddi Tehdit Ediyor.

Özellikle yaz ve sonbahar ayları yağışsız geçen 2019 yılı sonrası, 2020 yılının ikinci yarısı da son onbeş yılın en kurak dönemi olarak kayıtlara geçti. Geçtiğimiz yılın son çeyreğinde ülke genelinde yağışlar 1981-2010 yılları arasın daki ortalama yağışların neredeyse yarısı kadar oldu (yüzde 48 daha az – Kaynak: ICCP). Yağış azlığı 2021’in ilk yarısında da şiddetli biçimde devam ediyor. Aşağıdaki harita GRACE-FO uyduları tarafından 11 Ocak 2021 tarihinde ‘sığ yeraltı suyu’ miktarlarını görüntülemektedir.  Maviden kırmızıya doğru farklı tonlar yeraltı sularını 1948-2010 yılları arasındaki ıslaklık yüzdeleri ve yeraltı suyu miktarları ile karşılaştırmaktadır. Mavi alanlar normalden daha fazla, turuncu ve kırmızı alanlar ise daha az su miktarlarını göstermektedir.

Kaynak: NASA Earth Observatory 

Yeraltı suyu, nehirler ve göller gibi yüzey sularının olmadığı yerlerde tarımdaki sulama ve içme suyu olarak kullanılmaktadır. Bu suların topraktan ve kayalardan sızması ile yüzey nemi oluşur ve bu nemin istikrarlı bir şekilde yenilenmesi gerekmektedir. Toprakta kök bölgesi olarak da adlandırılan ilk bir metredeki nem tarım için önemlidir. Bitkilerin, ihtiyaçları olan suyu temin ettikleri yer bu bölgedir. Kök bölgesi nemi yağmurla çok kısa süre içinde yenilenebildiği gibi yağışların olmadığı veya yetersiz olduğu zamanlarda da buharlaşma yolu ile büyük ölçüde azalabilir. Dolayısıyla bu alandaki nem miktarı sık aralıklarla dalgalanabilir.  

 

Aşağıdaki harita Anadolu’nun 11 Ocak 2021 tarihindeki kök bölgesi nem haritasıdır.

Kaynak: NASA Earth Observatory 

Kısa adı IPCC olan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli 20 yüzyılın ikinci yarısından bu yana Güney/Güney Doğu Avrupa’nın daha uzun süreli ve daha ağırlıklı kuraklıklara doğru evrildiğini açıkladı. Türkiye bu çerçevede kuraklık tehlikesine diğer ülkelerden daha fazla maruz kalmış durumda ve bundan sonra da bu olguyu çok daha yoğun yaşamaya devam edecek. 

Anadolu’nun tarihsel geçmişinde yaşanmış kuraklıklarla ilgili detaylı ve uzun dönemlere ilişkin çalışmalar henüz tam anlamı ile yapılmış değil. Ancak yine de çok gerilere gitmeksizin yapılan araştırmalarda 1804, 1876 ve 1928 yılllarında yaşanan kuraklıkların gerek ürün gerekse hayvan kayıpları ile çok ciddi düzeylerde olduğu ve kuraklık yaşanan bölgelerden ciddi sayılarda göçler yaşandığı bilinmektedir. Özellikle 1876 yılında yaşanan kuraklıkta kıtlık ve salgın hastalıklar nedeniyle 200 binden fazla insanın hayatını kaybettiği bilgileri söz konusudur.

Türkiye, subtropikal bölgede Akdeniz iklim kuşağında yer almaktadır. Bunun bir özelliği de yıldan yıla bölgesel olarak yağış miktarları önemli farklılıklar gösterebilmektedir. Bu nedenle sık sık kuraklık yaşamaktadır. Örnek olarak 1915 ve 1930’larda yaşanan kuraklıklar ile daha yakın döneme ait 1970-1974 arasında yaşanan ciddi kuraklık tehlikeleri sayılabilir. Bir başka örnek ise Güneydoğu Anadolu’nun 1988-1989 yıllarında yaşadığı kuraklıktır. O yıllarda Fırat nehrinin 350 m3/sn’den fazla olan debisi 50m3/sn’ye kadar düşmüştü.

Anadolu bölgesel olarak kendi içinde yıllık ortalamalarda oldukça farklı miktarlarda yağış almaktadır. Aşağıdaki grafikler 2000 yılından bu yana bölgesel olarak alınan yağışları göstermektedir. (Kaynak: Tarım ve Orman Bakanlığı – Meteoroloji Genel Müdürlüğü Sayfası [https://mgm.gov.tr/veridegerlendirme/yillik-toplam-yagis-verileri.aspx]

“Türkiye 36-42 derece kuzey enlemleri arasında bulunmaktadır. İklim değişikliğinden kaynaklı en önemli etki; dünyanın 30 derece enlemi civarındaki, yüksek basınç bandının ortalama sıcaklık artışlarına bağlı olarak daha kuzeye, yani Türkiye ve beraberinde Akdeniz Bölgesine doğru kaymasıdır.

Güneşten gelen enerjinin dünyanın her bölgesine eşit olarak dağılmadığını biliyoruz. Güneş ışınlarını daha uzun süre ve doğrudan alan ekvator bölgesi çok fazla, buna karşılık kutuplar bölgesi ise daha eğik ve dolayısıyla daha az enerji almaktadır. Bu durumda ekvatorda daha çok ısınan hava yükselir ve burada bir alçak basınç alanı oluşur. Soğuyan hava ise dünyanın daha soğuk bölgelerinde, örneğin kutuplarda aşağıya doğru çöker ve yüksek basınç bölgeleri oluşturur. Yükselen sıcak hava soğuk olan kutuplara doğru harekete geçer. Ancak dünyanın dönüş hızına bağlı olarak kutup bölgelerine varmadan hem kuzey ve hem de güney yarı kürede 30 derece enlem civarlarında çöker ve bu aralarda yüksek basınç bandı oluşturur. Yüksek basınç bandının en önemli etkisi ise yarattığı kuraklıklardır. Bugün dünyanın en büyük çöllerinin hem kuzey ve hem de güney yarı kürede tam da bu yüksek basınç bantlarında olduğunu görürüz.  Dolayısıyla yüksek basınç bandının bugüne kadarki yerinden kuzey yarı kürede daha kuzeye kayması, yani içinde Türkiye’nin de bulunduğu Akdeniz çanağına doğru yer değiştirmesi, beraberinde hızlı bir şekilde kuraklığı da getirecektir, hatta şu ana kadar çok da farkında olmasak bile, getirmektedir.” (Kaynak:İklim Değişikliği, Nüfus, Kuraklık ve Göçler – asuzer.blogspot.com)

İklim değişikliğinin ortaya çıkardığı bu sonuçlar giderek daha hızlı bir biçimde Anadolu’yu etkilemektedir. Özellikle ilk maruz kalan bölge İç Anadolu’dur. Ancak, hemen beraberinde Güneydoğu Anadolu ve Güney Ege ile Akdeniz Bölgesi de en çok etkilenen bölgeler olarak ortaya çıkmaktadır.

Tüm bu iklim değişikliği etkilerine ek olarak ülkemizde doğru bir tarım ve su politikası belirlenip uygulamaya geçilmediği için ne yazık ki, olumsuz etkileri son derece ağır yaşamaya başladık. İç Anadolu Bölgesi’nde var olan çok zengin tatlı su kaynakları olan göllerimizi son otuz yılda hızla kaybettik ve halen kaybetmeye devam ediyoruz. Bir yandan yüzey sularımız olan göllerimizi kaybederken diğer yandan yerine yeraltı sularını kullanıma açarak onları da kaybetmeye başladık. Hem İç Anadolu hem Ege Bölgesinde aşırı su kullanımı, kaçak su kullanımını da getirmiş ve yeraltı sularından yararlanmak için kaçak kuyular açılmıştır. Bugün çok büyük bölümü bu bölgelerde olan 200 binin üzerinde kuyu vardır ve bunların yine çok büyük kısmı kaçak kuyulardır. Yalnızca Konya bölgesinde 100 bine yakın kuyu var ve bunların 2/3’ü kaçak. Bu nedenle son otuz yılda Konya havzasının yeraltı suyunda yaklaşık 15 m’lik düşüş yaşanmıştır. Bu miktarın %80’i son 10 yılda gerçekleşen kayıptır.

 

Otuz yıl öncesine kadar göz alabildiğine buğday başakları ile kaplı Konya Ovası bu nedenlerden dolayı bugün can çekişiyor. Tuz Gölü yok oldu. İçinde yaşadığımız günlerde binlerce flamingo’nun yok olduğu haberleri basında yer aldı. Yetkili kurumların açıklamaları ise ölen flamingo sayısından ibaret. Konunun nedenlerinin (aslında biliniyor) araştırılıp, içine girilen süreci en az hasarla atlatmak için yapılması gerekenler için politikalar oluşturup, uygulamaya geçilmesi acil görev.

Kuraklığa karşı en savunmasız sektörün tarım olduğunu biliyoruz. Çünkü kullanılan tatlı suyun %72’si tarımda kullanılmaktadır. Dolayısıyla su kıtlığı en çok tarımı vurmaktadır. Bu durum ise hemen eş zamanlı olarak ekonomik ve sosyal problemleri getirmektedir. Ne yazık ki ülkemizde ki tarım alanlarının yalnızca %6’sında verimli sulama yöntemleri kullanılmakta, kalan %94’lük bölüm ise vahşi sulama ile sulanmaktadır. Bu durum zaten giderek azalan suyun, son derece verimsiz kullanımı ile, olabilecek en çok yararın elde edilmesini ortadan kaldırmaktadır.

Isınan atmosferin yarattığı iklim değişikliği bir yandan yağış rejimini değiştiriken diğer yandan buharlaşmayı arttırarak yüzey sularının daha hızlı yok olmasını sağlıyor. Yapılan araştırmalar (özellikle Doğu Anadolu Bölgesinde) Yağışlar yolu ile elde adilen su miktarının dört katı daha fazla suyun buharlaşma yolu ile kaybedildiğini gösteriyor. Bu da nehir ve göllerdeki su seviyelerini hızla düşürüyor.

İçinde bulunduğumuz 2021 yılının ilk altı ayında mahsul verimleri aşırı etkilendi. Konya Ovası başta olmak üzere  Güney Doğu Anadolu, Trakya ve Ege/Akdeniz bölgelerinin tamamı etkilenen bölgeler. Yıllık üretimde beklenen kayıp en az %15 olarak açıklanıyor. (Bazı ürünlerde bu oranın çok daha üzerinde kayıplarla karşılaşılacağı öne sürülüyor. Örneğin 2021 yılından 11 milyon ton buğday ithal edileceği bilgileri medyada dolaşıyor.)

Türkiye’nin tek derdi kendi topraklarındaki kuraklık değil. Çünkü yaşanmakta olanlar yalnızca Anadolu’da yaşanmıyor. Hemen güneyimizde yer alan Mezopotamya bölgesi de aynı olguyu yaşıyor. Konunun bizi ilgilendiren tarafı ise ‘sınır aşan sular.’ Doğu ve Güney Doğu Anadolu’nun en önemli su kaynakları olan Fırat ve Dicle nehirleri sınır aşan sular olarak Suriye ve Irak topraklarına da giriyor ve oralardaki tarımsal faaliyetlerin de yaşamsal kaynağı. Kuraklık ne yazık ki  Mezopotamya’yı da ağır bir biçimde etkiliyor. Binlerce yıl öncesinde tarımın ilk başlatıldığı topraklar olarak bilinen Anadolu ve Mezopotamya birlikte bir büyük kuraklık olgusu ile karşı karşıya. Bölgedeki su kaynakları her zamankinden daha büyük önem arz etmeye başladı. Konu uluslararası bir boyut kazanıp yine uluslararası sorun oluşturma yolunda. Kısaca az yağışla birlikte azalan Fırat ve Dicle sularını öyle ya da böyle bölge ülkeleri ile paylaşma durumundayız ve bu durum ilgili komşu ülkelerde olduğu gibi bizde de ciddi sonuçlar ortaya çıkaracak gibi görünüyor.

 

Yararlanılan Kaynaklar:

TÜRKİYE’DE KURAKLIK VE KURAKLIĞIN TARIMA ETKİSİ (Drought and Drought ın Turkey Effect of Agriculture) Dr. Erol KAPLUHAN

M.Kadıoğlu,(Mart 2001). “ Kuraklık Kıranı”, Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi,  İstanbul.

bottom of page